Geçtiğimiz hafta dünyanın hemen her ülkesinde esir hayatı yaşamakta olduğumuz Mısır’dan çıkışımızı anmak üzere Pesah sederine oturduk. Bu bir nevi hürriyetimizi kutlamak ve o gün yaşanan acıları tekrardan nesilden nesle aktarmak için yaptığımız kutlamaydı.
Geçtiğimiz hafta dünyanın hemen her ülkesinde esir hayatı yaşamakta olduğumuz Mısır’dan çıkışımızı anmak üzere Pesah sederine oturduk. Bu bir nevi hürriyetimizi kutlamak ve o gün yaşanan acıları tekrardan nesilden nesle aktarmak için yaptığımız kutlamaydı. Unutmamak adına yeniden her sene olduğu gibi masada bulunan marulun tadı bize köleliğin acısını, tuzlu su onların döktüğü gözyaşlarını ve haroset inşaatlarda kullandıkları malzemeyi ve yumurta ise nesilleri anımsattı.
Ve sonunda hürriyetimize kavuştuk. Ancak hürriyetle birlikte sorumluluk da geliyor. Hiç kimse ama hiç kimse sandığı kadar hür değildir. Fiziksel olarak özgürlüğe kavuşmuş olsak ta zihinsel ve ruhsal olarak köleliğimiz aynen devam etmektedir, farkında değiliz.
Bu hafta bir başka acı olayı daha anımsayacağız. Titanik gemisinin batışının 100.yılı hatırlanacak. İnşa edildiğinde dünyanın gelmiş geçmiş en lüks gemisi olarak reklamı yapılan Titanik, yaklaşık 1300 yolcusu ve 900 kadar personeliyle ilk yolculuğuna çıkarken kimse nelerin olacağını tabii ki tahmin edemezdi.
Geminin en önemli özelliği batmayacak olmasıydı. Ancak görüldüğü üzere çoğu olaylar insanoğlunun kontrolü dışına çıkabiliyor.
Gemi ve olan bitenlerle ilgili sayısız makale yazıldı ve filmler çevrildi. Bugün halen konu gizemini sürdürüyor. Yolcular, yaşanan aşklar, ölenler, kurtulanlar, geminin batığı bulunduktan sonra toplanan ve açık arttırmayla satılan eşyalarla Titanik’in ruhu halen ilk günkü kadar canlı diyebilirim.
Yolcuları arasında o gün dünyanın en zenginlerinden sayılan Jacob Astor IV gibi Macy’s dükkânlarının sahibi İsidor Strauss ve eşi İda da bulunmaktaydı. Aynı şekilde sanayici Benjamin Guggenheim da bu yolculuğun bir şahidiydi. Bunun yanında önemli yazar ve gazeteciler, film yıldızları, sosyetik ve medyatik kişiler de yer alıyordu. Birinci veya lüks sınıf yolcuklarının sayısı 324 iken ikinci sınıfta seyahat edenler 284 kişi ve üçüncü sınıf yolcuları 709 kişiden oluşmuştu.
Bugünün parasıyla üçüncü sınıf bilet yaklaşık 1.500 TL iken en pahalı birinci sınıf süitler 200.000 TL’yi buluyordu.
Maalesef batmayacak olan bu geminin can kurtarma botlarının sayısı herkese yetecek kadar değildi. Ve Kaptan Edward John Smith kararlar vermek zorundaydı. Bu botlara kimler nasıl binmeliydi?
Allah kimseleri birisinin canı hakkında karar vermek zorunda bırakmasın. Bu yüzden doktor ve avukatların yaptığı işe saygım sonsuzdur. Kararlar her zaman güçtür ve vicdanı sonsuza kadar etkiler.
Hele bir düşünün, gölde hayatları için çırpınan birisi yaşlı diğeri genç iki kişiyi görseniz hangisine elinizi önce uzatırdınız? Ya bu yaşlı kişi yakınınız ise cevabınız değişir miydi? Peki genç birisinin yaşlı olandan daha uzun hayatı olacağına dair bir varsayım mı yaptınız yoksa istatistiksel olarak mı düşündünüz? Hayat istatistiklerden mi oluşur? Her birimizin sağduyusu farklı çalışabilir ancak aklın yolu hep Bir’dir.
Uçak yolculuklarında acil durum anında oksijen maskesini önce kendiniz sonra çocuğunuza takın diye ısrarla söylerler. Her defasında bunu kural yapan kişinin çocukları olmadığını düşünürüm ancak işin doğrusu ben kendimi emniyete almadan çocuğumu nasıl alırım zihniyetinden oluşmuştur.
Pek çok doğal afet veya acil durumlarda da önce bayanlar ve çocuklar kurtarılmalıdır diye bir kural var. Bu kuralın neden konduğunu henüz bulamadım. Bugün bayanlar erkek işlerinde, erkek rollerinde, erkekler kadar fiziksel ve ruhsal güce sahipler. O zaman kurtarma işleminde neden öncelik onlara veriliyor bilmiyorum. Çocuklar ve gençler ise henüz hayatlarını yeterince yaşamamış olduklarından bu sıralamada öncelikli yer alıyor olabilirler.
Söz konusu Titanik olunca Kaptan Smith kurtarma işlemine neye göre nasıl başladı sorusu halen cevabını aramakta. Kadın ve çocuklara öncelik verilirken, birinci sınıfta olanlar önde yerlerini alırken, hayatın bedeli, yaşamın bileti kaç paraydı? Bunun muhakeme ve muhasebesini bugün yapmak elbette çok kolay. O gün, o şartlar altında hangi ruh halinde buna karar verdiğini yalnız Smith cevaplayabilirdi. Tabii ki pek çok şeyle birlikte tarihin sularına gömüldü.
O gün orada olan bitenler yaşayanların anımsadıklarıyla kaldı. Ancak filmlerden gördüğümüz kadarıyla, yaşamak için çaba sarf eden, kurtuluş savaşı veren yüzlerce insan demir parmaklıklar ardında suların altında can verdi. Kurtulanların her biri orada ölenlerin hayatından çaldıklarının farkında mıydı acaba? Enkazdan kurtarılan tüm yolcular şanslı değillerdi, onlar seçilmişlerdi. Hayatlarını yaşamak üzere kurtarma botlarına bindirilen insanların her biri seçilmiş yolculardı. Ve akıllara hemen bir soru geliyor. Kimin hayatı bir diğerinden daha kıymetli veya önceliklidir?
Hayatı yaşamak ve yaşatmak adına aynı şekilde yüzyıllardır farklı savaşlardan çıkıp kurtulan Yahudilerin de hikâyeleri nesilden nesle Pesah Bayramında anlatılıyor. Yahudi seçilmiş olmanın da verdiği birçok sorumluluk vardır. Uyulması gereken kurallar, yapılmaması gerekenler, adetler, gelenek ve görenekler… Mısır’da esir iken kurtarılmış olmanın verdiği coşkuyu her sene ilk sefermiş gibi çocuklara aktarıyoruz. Neden mi? Unutmayalım diye. Hayatın değerini ölmek üzereyken fark etmeyelim diye, hürriyetin kıymetini ancak esir düştüğümüzde anlayanlar olmayalım diye. Hag Sameah.