Baharı İstanbul’da karşılayamayacağımızın ayırdına varan bir grup arkadaş Safranbolu’ya iki günlük bir gezi düzenledik. Altı saatlik otobüs yolculuğu sırasında dört kez mola verince her ne kadar dönüşte aynı güzergahtan geçeceğimiz söylendiyse de, raflarda iyi bir temizlik yaptık.
Safranbolu’ya yaklaşınca gördüğümüz beyaz pembe renklerde çiçek açmış ağaçlar tıpkı belgesellerde izlediğimiz Japon Sakura ağaçlarını andırıyordu. Gerçekten de baharı Safranbolu’da bulduk. Sonradan ‘Hıdırlık Şehir Terası’ denen tepede şehrin yeni ve eski bölümünü hayranlıkla gözlemledik. Tarih boyunca İpek Yolu üzerinde bir geçiş/gözetleme yeri olan Safranbolu, Osmanlı’ya geçtikten sonra bir yerleşim bölgesi haline gelmiş. Ardından şehir ikiye ayrılmış; Oğuz Boyu Keseciler Aşireti’nden gelenler ve Derviş (Bektaşi) soyundan gelenler.
Turu daha cazip kılmak için konaklama yeri olarak eski Safranbolu’da bir konak seçtik. Girişte bir sepet dolusu galoş gördüysek de kısa sürede bunların göstermelik olduğunu anladık. Günün yorgunluğu ile bir an evvel odalarımıza yerleştik. İlk iş banyoya girdik. Musluktan akan su oldukça soğuktu. Anlaşılan duş yapamayacaktık. Bembeyaz çarşaflara sarılıp uyumak en iyisiydi… Duvara dayalı yatağıma yattıktan on dakika sonra ensem buz kesmişti. ‘Otantik’ tahta pencerelerden içeri bolca hava sızıyordu. İyice tutulduğumu anlayınca, oda arkadaşımı rahatsız etmeden koridordaki sedirde oturdum. Sabahın ilk ışıklarıyla odaya dönüp kuş cıvıltılarıyla uyuyakaldım. Bütün bunlar bir şikayet mekanizması değil. Ancak Safranbolu turist akınına, özellikle de Japonlara,uğrayan bir yöre. Her ne kadar tarih çok önemliyse de, işletmecilik de bir o kadar önemli olmalı.
* * *
Gezi sırasında çok ilginç bir yaşanmışlık öyküsüne tanık olduk. Öykü Dr. Yeşua Levi Leventer’e ait. Gezi sırasında doktorun yeğeni Röne Aziz’in bizimle olması konuya farklı bir boyut kattı. Dr. Yeşua Leventer, İstanbul Tıp Fakültesi’nde eğitimini tamamladıktan sonra mecburi hizmet için Safranbolu’ya gider. Orada bir hanımla tanışıp evlenir. Adını da Dr. Yaşar Dertsavar olarak değiştirir. Uzun yıllar Karabük Devlet Hastanesi’nde hekimlik yapar. Ailesini özlediği zamanlar İstanbul Taksim’de bulunan evine gider. Aynı şekilde kardeşi ve çocukları da, şimdilerde müze olarak gezilen Safranbolu’daki eve gelirler. Fakir fukarayı ücret almadan tedavi eden doktor, halk tarafından o kadar sevilir ki, öldüğünde ona ayrı bir mezar yaparlar. Ne yazık ki, vaktimiz kısıtlı olduğundan mezarı arayıp bulamadık. Anadolu beklentinin dışında sürprizlerle dolu.
***
Safranbolu’nun en güzel yeri Yörükler Köyü. 250-300 senelik binalar sapasağlam. Buralardaki mimarinin en ilginç yönlerinden biri ise, hiçbir ev diğerinin görüntüsünü bozmuyor. Yörükler, yaşayan bir köy. Ziyaret ettiğimiz iki evde de ev sahipleri mihmandarlık yaptı. Birinde Bektaşi geleneğinden dem aldık, diğerinde ise yerel ağızla dörtlükler sıralayan Filiz Abla’yı dinlemeye doyamadık. Hele dolabın içindeki gizli banyoda nasıl yıkanıldığını bir anlatışı vardı ki…
Safranbolu görülmeye değer. Devamını dinlemek yerine şahsen gitmenizi dilerim.