Hissediyorum; bence kesin bir şeyler çeviriyorlar doğum günüm için. Malumunuz, benim için asırlık çınar demelerine birkaç gün sonra elli sene kalacak. (Merak edenlere; doğum günüm 14 Temmuz, gerçekte bu yazı yayına girdiğinde üzerinden zaman geçmiş olacak ama yine de hediyeleri bekleriz)
Başta sebeb-i hayatım, sonra klan üyeleri… Vakit yaklaştıkça ailemin diğer fertleri. Hani derler ya işkillendim. İşte aynen ondan… Acaba ben mi bir beklentiye girdim yoksa sahiden bir şeyler mi dönüyor? İşin sonunda hiçbir şey çıkmaz ise bir de bozum olmak var; neyse gelelim olan bitene: Cuma günü sabah çalışma arkadaşım ‘Roze-roz’ arıyor: “Bugün öğleden sonra bana İstanbul ofise gel, birikmiş konuları çözelim,” diyor. Anlatıyorum kendisine: “ Roze’cuğum, ben Maviye gitmemişim işlerin yoğunluğundan, nasıl geleyim şimdi?” Gelirsin gelmezsin. Erken çıkacakmış, gecikmeyeymişim. Beni 14’te bekliyor, akşam adaya gidecekmiş. “Hayırdır?” diyorum kendime. Bırak ki bu adam işten asla erken çıkmaz, Madam e Mösyö Roze-roz ailesi en azından beş senedir Ada’ya gitmezler, bu haftayı mı buldular adaya gidecek? Tuhaf şey! Daha da tuhafı, teeeee Tekirdağ’dan birlikte çalışmaya gittiğimizde ‘entir-i püf’ ten birkaç konuyu konuşuyoruz ve beni kapıya koyuyor. “Hadi sen git, ben de Ada’ya gideceğim hanım bekler …” diyor. İşte yoğun haftalar geçiriyoruz bu sebeple “garibim kafayı yedi” herhalde diye düşünüyorum. Çıkıyoruz şirketten, oğlum; madem işimiz bitti, ben hemen eve gidip vapura yetişeyim diyor. Ne o? “aka-aş larıyla Büyükada’ya gidecekmiş.” Aman aman git geç kalma… Diye geçiriyorum içimden. Eve geliyoruz; kızım giyinmiş gitmeye hazır “Mordehay’a sürpriz hoş geldin var.” “ Bu Mordehay’ı gördüğümde birkaç çift sözüm olacak. Az biraz sonra çıkıyor, oğlum da peşinden. Bari azıcık otursa mıydık?
Hava sıcak mı sıcak. Herkesler de bir yerlere dağılıyor. “Ne işimiz var şimdi bu havada İstanbul’da?” diye kendi kendime söylenirken, eşlerin en iyisi “ Bi duş alsana” diyor. Dönüşte alırım. Nasıl olsa bir daha vıcık vıcık olacağız. Israr ediyor, “şimdi al,” çocuklar yok, hizmetçiler ve uşaklar da izinde… Evde yalnızız, “hayırdır” diyorum. Duşa giriyorum duşumu alıyorum. Çıktığımı fark etmeyen eşim telefonda birine “O sıcakta onca insanı bekletmeyin orada,” diyor. Beni görünce lafı çeviriyor; evet, evet masamızı gölge bir yerden seçin… Ne demiştim? Hiç bir insan aptal değildir, peki geç intikal? Tabii ki olabilir… Birkaç gündür süregelen tuhaflıklar serisinin ardından anlıyorum ki bir iş var… Çok akıllı olmayacaksın bazı durumlarda. Ben sürprizleri severim. Bu sebeple “oyuna girmeye ” karar veriyorum. Gelen telefonları, durmak bilmeyen mesajları görmüyorum, duymuyorum.
Sonunda “o” gün geldi çattı. Bana göre tuhaflıkların döndüğü ama olağan olduğu iddia edilen bir cuma akşamı Blumbergler ve birkaç klan arkadaşımla ‘sürpriz’ olmayan bir şekilde güya Boğaz’a ‘kuk-şop’ a yemeğe gidiyoruz. Sonradan öğreniyorum ki kuk-şop daha açılmamış bile… Her gün bir dünya yol kat ettiğimden Blumberglerin “Biz seni alırız” tekliflerini kabul ediyorum. Küçük bir dip not, benden birkaç gün sonra Bayan Blumberg’in de 50. yaş günü. Her şeyin yolunda olduğuna ikna edildiğim bir anda böylesi bir ‘tesadüf’ de normal olsa gerek. Kesin bir şey var ama ben sürprizleri severim… Oyuna devam… Ama yine de bir ara Ada’da olan yeğenime mesaj yazıyorum. Öyle ya sürpriz bir şeyler var ise o da mutlaka işin içinde olacaktır diye. Neredesin? Diyorum, Ada’dayım diyor. Nerdesin? diyorum; futbol oynuyorum diyor… ‘Biiiip’: hata. Futbol oynarken telefonuna nasıl cevap veriyorsun? Diyorum; Kıvırıyor, “mola zamanı” diyor. Biiiip 2. hata. Mola da olsa oyunda olan bir çocuk telefonuna bakmaz. Sahadan bir foto gönder diyorum. Biiiip… Ne yapacağını bilemediği için cevaplamadan önce büyük bir ara veriyor. 3. hata… Sonuçta kendisini daha çok sıkıntıya sokmamak için, “Tamam ben anlayacağımı anladım,” diyorum… Yine cevap gelmiyor…
“Geldiler,” diyor eşlerin en iyisi… Kendimi akıntıya bırakıyorum artık. Bakıyorum taksi ile gelmişler. Tahmin ediyorum; ‘içkili bir yere gidiyoruz.’ Hani, yani, olur ya, bir iki kadeh içersek araba kullanılmasın hesabı. Biniyorum arabaya, sıcak bir selam veriyorum, daha da sıcağından selam alıyorum. Anlıyorum ki onlar da oyunun içindeler. Birkaç gün sonra doğum günü olacak Bayan Blumberg gülümsüyor “Naaber çocuklar?” diyor. Ve ilave ediyor “Ne işimiz var bu sıcak havada burada?” ilave ediyorum; “halbuki Ada’da olsaydık püfüüür püfür” diyorum…O benden de abartılı bir şekilde şikayet ediyor. Ona kalsaymış Ada’da olurmuş. Ne gerek varmış ta bu gece yemeğe gidilecekmiş… Günler torbaya mı girmiş- miş… Bu kadar abartı olunca bu da ‘oyunun’ bir parçası diyorum… Diyorum demesine de belki de doğrudur birkaç kişi basit sade bir yemeğe gidiyoruzdur. Olamaz mı?
Devamı? Eeee ben nasıl ‘sürprizimi’ beklediysem, sizler de bekleyeceksiniz… O zamana kadar ve her daim:
Sevgiyle kalın…