Sporda başarısızlık bir alın yazısı mıdır bizler için?
Futbolda Avrupa Şampiyonasına gidemememiz, Olimpiyatlar’da madalya kazanamamamız, klüp takımlarının Avrupa Kupaları’nın henüz başında tek tek elenmeleri artık alıştığımız gelişmeler oldu.
Olimpiyat kafilemiz henüz Londra yolundayken havaalanında bir dövizin önünde fotoğraf çektiriyor. Dövizin üzerinde şöyle yazıyor: “SPORA REKOR DESTEK, OLİMPİYAT’A REKOR KATILIM, 181 SPORCUMUZLA LONDRA’DAYIZ!” Muhteşem bir hava, bakan ve federasyon temsilcilerinin katıldığı Londra uçuşu, beraber basın eşliğinde edilen kahvaltılar… Biz dünyanın en kuvvetlisiyiz mesajları… Sonuçta eğer Bulut, Alptekin ve Tazegül’ün madalyaları olmasaydı. Türkiye, en kalabalık kafileyle katıldığı Olimpiyatlar’da ‘72 Münih’ten beri en kötü performansını gösterecekti. Bu üç sporcu sayesindedir ki madalya sıralamasında Kazakistan, Küba, İran, Jamaika, Kenya, Azerbaycan gibi ülkelerin ardından 30. sırayı alabildik.
Sporun durumu Türkiye’de öyle vahim ki son on yıldır konuşulan akılda kalıcı önemli olaylar doping, prim ve cezalarla ilgili. Yine 2000’lerle birlikte kazanılan başarılar bir sonraki beş yıl içerisinde korunamıyor, tekrarlanmıyor ya da üzeri kapatılmak zorunda kalınıyor.
2010 yılında Atletizm Federasyonunun bütçesi 4 milyon TL iken şampiyonada finale yükselen 12 Dev Adam sporcu başına 1,5 milyon TL prim kazanmıştı.Sadece finale yükselerek büyük başarı elde eden ve astronomik prim elde eden Basketbol Milli Takımımız, iki sene sonra Londra Olimpiyatlarında yoklardı.
Halterin son rekortmen ismi Nurcan Taylan doping cezalısı… Halil Mutlu ve Süreyya Ayhan da kariyerlerini dopingle sona erdiren isimler oldular bu süreçte.
Süreyya Ayhan ile başlayan kadın atletizminin Türkiye’de ekol olmaya doğru yol aldığı konuşuluyor. Ancak şu görmezden geliniyor; Türkiye’de spor başarıları zorlama ve anlık parlamalara dayanıyor. Bu çerçevede Türkiye’de amatör sporlar hala yatırımsız aktivite durumunda. Okullar ve üniversiteler bünyesinde yapılan bölgesel turnuvalarla gençler şansları varsa atletizm ya da sporun diğer dallarıyla tanışma fırsatı buluyor. Türkiye’nin atletizmdeki tek altın madalya sahibi sporcusu Aslı Alptekin’in, pistte çalışmak için Kütahya’dan Eskişehir’e gittiği bir spor ortamında ekol oluşumundan bahsetmek gerçekten komik oluyor.
Bunun yanında sporcularımızın Olimpiyatlar’da yaşadığı konsantrasyon bozukları da, kendilerini müsabakalara hazırlayan koçlarının ve ekiplerinin ne kadar yetersiz olduğunu gözler önüne seriyor. Zira Londra’ya kadar kilometrelerce yol gidip hatalı çıkış yaparak elenmek, kolay kolay her sporcuya nasip olacak bir hadise değil.
En sevdiğimiz spor olan futbolda tablo zaten ortada. 2000-2002 yılları arasındaki başarılarımızla övünüyoruz hala. Hatta dahası bu başarılardan elde ettiğimiz puanları yiyoruz hala.
Azap günlerimiz başladı. Eski tablolardan tek farkımız takımlarımızın artık mütevazı yapıda olmamaları. Milyon dolarlık takımlarımız Avrupa kupalarının henüz ilk ayında patır patır dökülüyor. Yine milyon dolarlık takımlarımız şike soruşturmasının gölgesinde Avrupa hayalini bir sonraki seneye taraftarlarının kalbini kırarak bırakıyor.
Bana ayrılan bu kısıtlı alanda söylemek istediğimin özü şu:
Türkiye sporda anlık başarılar elde ediyor. Fakat öyle birçok ‘YÖNETİCİNİN’ belirttiği gibi dünyaya örnek olan, başarıdan başarıya koşan bir ekol olmaktan çok uzak.
Sporcularımız var belki ama sporu yönetecek insanlarımız yok.
Kısacası, çok ego, az iş var!