oğuk savaş biteli uzun yıllar oldu. Safların kesin çizgilerle belirlenmiş olduğu o dönemler bugünkünden daha anlaşılabilirdi kuşkusuz. Batı Avrupa’nın karşısında Demirperde ülkeleri, Amerika’nın karşısında Sovyetler Birliği… Çatık kaşlı yıllardı gerçi ama yine de diplerde bir yerde, tüm acımasızlığının yanında, romantik öğeler de içeriyordu sanki. Dünya daha mı mutluydu bilemiyorum, ancak bugünkü gibi karmaşık değildi, şüphesiz.
Soğuk savaş öncesi kaotik ortamı, faşizmin toplumların yaşantılarını ele geçirmesini, sosyal ayrıştırmaları, yabancı düşmanlığını, ırkçılığı, insanların, ailelerin bir oraya bir buraya savrulmalarını mı özledi dünya? Avrupa’da olsun, Yakındoğu coğrafyasında olsun; Afrika’da olsun, yeni dünyada olsun, kaynayan ya da kaynatılan kazanlar, bu özlemin ifadesi şeklinde karşımıza çıkıyor adeta.
Oldum olası komplo teorilerini sevmem. Bunlar bana, çözümünün tatmin edici olması gereken sorunların kolaycı yanıtlarla geçiştirilmesi gibi geliyor. Ancak şu da bir gerçek ki, soru sormayı beceremeyen toplumlarda, başarısızlıkları savuşturmanın en etkin yoludur komplo senaryoları… Hele kuralsızlık varsa, hele insan yığınları kolayca manipüle edilmeye hazırsa…
Tehlikeli bir gidiş var etrafta. Her şey, her an kontrolden çıkabilircesine paldır küldür yuvarlanıyor. Krallıklardan sonra imparatorlukların başına gelenler şimdi ulus devletlerin mi yazgısı oluyor, acaba? Toplumlar etnik yapılarına göre ayrışmaya mı başlıyor? Mutlu yaşamak için insan toplulukları arasında sürmesi gereken uyum, nüfuz çekişmelerine mi kurban ediliyor, yoksa? Bunun yanıtı evetse, bu denli önem arz eden sosyal siyasi bir sorunu salt komplo teorileri ile açıklamak, topu taca atmak olur.
Geçtiğimiz günlerde bir filmin dünyayı nasıl etkilediğine tanık olduk. Söz konusu filmin sanat adına yapılmadığı, insanın düşünsel yanına hitap etmek gibi bir kaygısı olmadığı kesin. Dolayısı ile, esasen bu filme bir anlam yüklemek ne kadar doğru olur? Böylesi bir girişimi olsa olsa bir akıl tutulması olarak değerlendirmek gerekir. İçerik olarak İslam Alemini – en hafifinden – rencide edeceği ve kolayca yönlendirilebilen kitleleri, her şeyi önlerine katarak sokak ve meydanlara dökeceği kesindi. Daha önce karikatür krizinde öyle olmuştu, şimdi de öyle oldu.
Teknoloji ilerliyor. İletişim kolaylaşıyor, ancak bu, yaşanan gerçeği ne kadar ifade ediyor? Markaların insanların cebine dek soktuğu cihazlar, onların “gerçekten” birbirlerini anlamalarına yetmiyor. Son dönemler, iletişimsizliğin ayyuka çıktığı bir dönem. İnsanlar birbirlerini duyuyor, ama dinlemiyor. Birbirlerinin dertlerini anlamaya çalışmıyor. Filmi yapanlar nefretlerini kusarken, korkunç ve acımasız bir genelleme yapıyorlar. Elbette bunun tersi de geçerli. Uçakları ikiz kulelere çakan zihniyetle filmi yapan, birbiri ile sanki aynı paralelde ilerliyor. En azından, genelin ötesinde, marjinal bir yerlerde, asgari müşterekte birleşiyorlar.
Eğitim, sosyo ekonomik seviye nefret söyleminde belirleyici olmaktan çıkmış. Uygar dünyanın ayırımcılığın, ötekileştirmenin üstesinden gelebileceğine dair görüşler ve beklentiler hızla eriyip yok oluyor. Azınlık ve çoğunluk kavramları birbirine karışıyor. Irkçılık, yabancı düşmanlığı, kadınlara karşı şiddet ve bu gibi insanlıktan nasibini almamış davranışlara toplumun her seviyesinde rastlamak düşündürücü, bir o kadar da acı.
Çare olarak elde çok seçenek yok. İnsan ya kendi yarattığı sistemin altında kalacak ya da bu sisteme karşı beraberce savaş açarak hırslarını törpüleyecek, kinini ve nefretini güvene ve sevgiye çevirecek. Zor dostum zor!