Çok satanlar…

Köşe Yazısı
10 Ekim 2012 Çarşamba

Bir kitapçıda dolaştığım zaman genelde elim ‘çok satanlar’ bölümündeki kitaplara gitmez. Birinci sebebi her kitabı orijinal dilinde okuma taraftarıyım; en azından İngilizce yazılmış olanları. Çok satanlar bölümündeki kitaplar ise genelde yurt dışında çok satan ticari kitapların Türkçe çevirileri oluyor; iyi kitapevlerinde basılma şansı olan, pazarlaması iyi yapılan kitaplar… Mutlaka çok ilginç bir konusu veya iyi bir yazım dili olması gerekmiyor çünkü onlar hedef kitleye iyi tanıtılan ‘şanslı kitaplar’.

 İkinci sebebi ise acelem olmayışı.  Bazen kitap sohbetleri dizi sohbetleri haline dönüşebiliyor; sohbetlerden geri kalmamak için ‘göz atılan’ diziler gibi, bilinçaltında en yeni kitaplardan birini okuma gereksimi oluşuyor. Bazen ‘çok satanlar’ bölümündeki kitaplardan da ilgimi çekenler oluyor, alıp o gece okumaya başladıklarım da oluyor, bir sene sonra okuduklarım da… 

***

Geçtiğimiz Pazar günü kitapçıda bambaşka bir kitap ararken gözüme Paulo Coelho’nun ‘Akra’da Bulunan Elyazması’ adlı yeni kitabı ilişti. “Bir ara okurum” diye aldığım kitaba göz atayım derken yarısını bir çırpıda okudum.  Kitabın ana kahramanı Kıpti hiçbir dine mensup olmayan Yunanlı bir bilge. 1099 yılında Haçlıların istilasına bir gün kala, baş edemeyeceklerini bildiği halde çatışmaya hazırlanan Müslüman, Musevi ve Hıristiyan halk toplanıp Kıpti’yi dinliyor. Normal hayatta karşılarına çıkan zorluklar hakkında onları aydınlatan Kıpti aslında halkın sorularını cevaplıyor. “Yenilgi nedir?”, “Güzellik nedir?”, “Cinsellik nedir?”, “Hayatımı değiştirmekten korkuyorum”,“Neden bazı insanlar daha başarılıdır?” gibi birçok soruyu yanıtlayan Kıpti’nin felsefesi aslında bize bildiğimiz, okuduğumuz ama zaman zaman tekrar hatırlatılması gereken bir kişisel gelişim kitabı tadında.  Bilgiler ‘yeni’ değil, ama akılda kalıyor çünkü anlatım dili çok sade ve keyifle okunuyor. 

***

Pazar gecesi bir göz atayım dediğim kitaba dalınca, köşe yazım pazartesiye kaldı. Biz toplum olarak biraz işlerimizi son ana bırakmayı seviyoruz.  Konu yazmaya gelince, maalesef ben de okul hayatından beri son anda daha üretken olan insanlardanım. Meşgul olmak ile üretken olmak arasındaki farkla ilgili bir yazı okumuştum; özetlemek gerekirse meşgul olmak işler yapmak, üretken olmak ise işleri bitirmek anlamına geliyor. Bu hafta yazım son ana kalınca bu aklıma geldi. Bazı insanlar işlerini son ana bırakmaktan vicdan azabı duysa da – benim durumumda özellikle yayın koordinatörlerime karşı mahcubiyet - son anda korkudan daha üretken oluyor. Yine de bazen bu strese değmiyor, daha vakitlice başlamak gerekiyor. En iyisi siz benim dediğimi yapın ama yaptığımı yapmayın…