“Tüm Yahudiler diğer Yahudilere karşı sorumludur.” - Kitaptan
Roman günümüzde bir Yahudi bayanın Varşova anılarıyla başlıyor. Orada, 45 yıl önce yaşadığı acılar, olaylar, anılar canlanır. Aynı taşlı yolda yürürken kaybettiği ailesini, arkadaşlarını, kapı komşularını düşünür. Yazar bu bölümlerde bir kadının gözünden ve yüreğinden gettodaki yaşamı yansıtıyor. Tam anlamıyla açlık, sefalet, perişanlık söz konusudur. Birkaç yıl öncesine kadar iyi giyimli, ekonomik geliri yüksek, siyaset ve sanatla uğraşan bir Yahudi’nin çöplükten yiyecek araması gerçekten yürek yakıcıdır... Romanda bunun sayısız örneklerini görüyoruz.
“Kentin her tarafı afişlerle kaplıydı. Hepsi de aynı öyküyü anlatıyordu. Sevimsiz, soğuk, sivri burunlu, fareye benzeyen iğrenç, çirkin bir yüzün görüntüsü el aynasına yansımıştı. Resmin altında ise şu yazı vardı: Yahudi misiniz, yoksa değil misiniz? Bunu anlamak için aynaya bakın. s/13
Varşova gettosunda yüz binlerce Yahudi, daracık bir alanda yaşamak zorunda bırakılmıştır. Gece sokağa çıkmak, topluluk halinde dolaşmak, birlikte çalışmak yasaktır. Ancak Tevrat’a olan sağlam inanç, tarihten gelen dayanıklılık, Tanrı sevgisi onları güç koşullarda bile yaşama bağlamaktadır. Gettoda haftalık bir gazete çıkartırlar. Bu tek sayfalık gazete, orada yaşanan trajediyi yansıtmakla birlikte, kendi aralarındaki birlikteliği de dile getirmektedir. Gettoda tiyatro oyunları oynarlar. Yaşam mücadelesini kazanmak adına ellerinden geleni yaparlar.
Getto yaşamının zor koşullarında Yahudiler tiyatro kurar, gazete çıkartır, ayakta kalabilmek için dayanışma içinde güçlerini birleştirirler. Her birinin ruhunun derinliklerinde tanımsız bir sızı, bilinmeyenin yarattığı bir ürkeklik, açlığın dayanılmaz etkisi vardır. Birer maske takarlar yüzlerine ve yaşamlarını sürdürmeye çalışırlar. Konstantin S. Stanislavski “Bir Karakter Yaratmak” adlı kitabında şunları söylüyor. “Demek ki, kişilendirme, birey – oyuncunun ardına gizlendiği bir maske oluyor. Oyuncu bu maskenin koruyuculuğunda ruhunu en derin, en gizli ayrıntılarına kadar sergileyebilir. s/43”
Yahudiler gettoda sanal bir yaşam içindedir. Orada varlıkları bile gereksiz birer kemik yığınları gibidir. Naziler onları böyle görmektedir. Romanda buna yakın tanıklıklara çokça rastlıyorsunuz. Dış dünyada neler olup bittiğini az çok biliyorlardır. Raşel Rakella Asal, getto yaşamını ayrıntılarıyla karşımıza getiriyor. Bir sigara fiyatına (bu da yaratılan bir ironi) satılan gazetenin yapım aşamasını, tiyatro grubunu, oradaki karmaşayı, her şeye karşın yaşama bağlanmayı gözler önüne seriyor. Yazar kişilik çözümlemelerini ve getto yaşamı hayli çarpıcı bir dille anlatıyor. Cecile yıllar sonra geldiği yerde, tam anlamıyla bir travma yaşamaktadır. “Şimdi ben bir anıyım. Ben de ölüyüm burada... s/67” Evet, gerçekten de romanın kahramanı Cecile anılarına yolculuk yaptıkça, yaşadığı travmanın ne denli güçlü, kalıcı ve etkili olduğunu daha iyi anlamaktadır.
Yazar kahramanına (Cecile) yaşattığı geriye dönüşlerle, bellek oyunlarıyla, getto yaşamının küçük izlerini, gözden kaçan kimi ayrıntıları, unutmaya çalıştığı bazı olayları ve kişileri yeniden karşısına getiriyor. Yahudilerin bir tür sınavdan geçirildiği, yalnızlaştırıldığı, krematoryumlarda yakıldığı, aşağılandığı, inançlarıyla alay edildiği bir dönemin romanı, “Cecile”. Ancak yapılan tüm baskılar, eziyetler, işkenceler bile şu sözlerin anlamını bozamamıştır. “Yahudi kimliğimizi sakladıkça daha çok Yahudi oluyorduk. s/157”
“Cecile” sıradan bir roman değil. Bunun ötesini zorlayan bir “arayışı” olduğunu söyleyebiliriz. Sözgelimi, romanda yüksek düzeyde bir gerilim var. Yahudiliğin ne denli güçlü olduğu, getto yaşamının az bilinen yönleri iç içe geçirilmiş ve uyumlu bir anlatımla yazılmış. Toplumsal bir histerinin kâbus gibi masum insanların üzerine çöktüğü, bir hiç uğruna milyonlarca Yahudi’nin öldüğü dönemin romanın kahramanının metaforik bir bakışla, gettoyu ve bugünü arasındaki ayırımı yansıttığını gözlemliyoruz. Edebiyat diliyle söylemek gerekirse, yaşanılan acıların bilgeliğe dönüştüğü, insanların acıyla kavrulduğu, bedenlerin kül olduğu yazınsal bir metin, “Cecile”.
Raşel Rakella Asal deneyimli, yazdığı konuyu iyi bilen, okuru içine çeken anlatımı ve çok farklı bir yazım tekniği ile karşımıza geliyor. Cecile’nin dünü bugünü, gettodaki anıları, o dönemde yaşanılan olayların trajedisi üzerine çoklu bir anlatım sunuyor. Kitabı okurken geçmiş ile gelecek arasındaki “kırılmaları”, gettonun bilgeliğe dönüşen neşesi ve dramı, yazar – okur işbirliği ile yaratılan duygusal atmosferden söz edebiliriz.
“Cecile”, yazınsal bir ağıt, destansı bir şiir, farklı tatlarla sunulan bir roman. Yazar bizi roman boyunca Yahudiliğin geçmişindeki acı dolu bir yolculuğa çıkartıyor. Holoskost’un yarattığı derin bir travma ile oluşan insanın kirlenmişliğini, onun içinde yatan ve bazen uyanan canavarı yansıtan, okurken zaman zaman irkileceğiniz, öte yandan temelde Yahudiliğin gücünü dile getiren bir roman, “Cecile”.
Varşova’da iki gün geçti bile.
Ne kadar yadırgatıcı, aşina, bildik, tanıdık ve yabancı, yakın ve o kadar uzak!
Saksonya Bahçeleri, Krakow Bulvarı, Yeni Dünya Sokağı, Kudüs Caddesi, Meçhul Asker Anıtı...
Kentin görüntüsünü, evlerini ve havasını içime çekiyorum. Anılarımla kuşatıldım. Tüm benliğimle öylesine yakınım ki Varşova’ya. Kirpiklerimin gerisinde gözyaşlarım, boğum boğum düğümlenen boğazım. Ama burada, Saksonya Bahçeleri’nin girişinde, gözyaşlarım değişik akıyor. Bunlar çocukluğumun ırmağı…
Ilık güneşli bir gökyüzünün altında gezinen Polonyalılar, otobüs duraklarında bekleyen memurlar, çocuklarını yönlendiren anneler… Sadece Lehçe konuşulan bir ülke. Çocukluğum, genç kızlığım ve yitirdiğim düşler ülkesindeyim yine.