Hayatımı hep hafızadan ve beynin içinde olan kayıtlardan yaşadığımıza sürekli şahit oluyorum. Akıl inanılmaz güçlü bir merci. Bana her şeyi yaptıran o ve devamlı olan bitenden şikâyet eden de benim. Sanki bunları düşünen ben değilim de bir başkası... Ben izin versem de vermesem de kafamın içine fikirler ve hisler kaydoluyor. Sonra bunları hatırlayarak davranış haline geçiyorum. En önemli konuysa unutmak ya da unutmak için bir çaba göstermek durumu.
Geçenlerde internet sayfamda bir yazı paylaşıldı.
“Yahudi denilen mahlûku dünyada Yahudi’den ve sütü bozuklardan başka hiç kimse sevmez. Çünkü insanlık daima kuvvete, kahramanlığa ve iyiliğe tapındığı halde Yahudi zilletin, korkaklığın, kötülüğün ve seciyesizliğin örneği olmuştur.
Onlara yapılacak ihtar şudur: Hadlerini bilsinler. Sonra biz kızarsak Almanlar gibi Yahudileri imha etmekle kalmaz, daha ileri giderek onları korkuturuz. Mâlûm ya ataların sözüne göre Yahudiyi öldürmektense korkutmak yektir.”
Bu sözler Nihal Atsız’a aitti. Senesi yazılı olmadığından, ne zaman dediğini bilmiyordum. Önce kanım çekildi, üzüldüm sonra ürperdim ve sanırım korktum. Aklıma hep Yahudi olmanın verdiği eziklik, çekingenlik ve saklanma ihtiyacının duyguları geldi. Ben bunları bir zamanlar bir yerlere bu şekilde kayıt etmiştim demek ki...
Roş Aşaşana, Kipur ve Sukot da geçti. Bugün Amerika’da yaşarken bile kafama kipa takıp sokakta gezmiyorum. Cumartesi günleri havraya gittiğimde perdeler açıksa ve dışarıdan içerisi görülüyorsa tedirgin oluyorum. Korku içime işlemiş ancak sebebi meçhul. Şahsıma yapılan bir şey olmadığını biliyorum ancak diğer Yahudilerin başına gelenleri ben neden içselleştirmişim acaba? Bu soruya cevap arıyordum.
Tanıdık veya akrabam olmayan Yahudilere beslediğim sempatinin sebebini de düşündüm. Neşema dedikleri ‘ortak ruh’ veya kolektif bilinç kavramlarını araştırdım ve öğrendim. Eski toprak aile büyüklerime olan bitenleri, neler yaşadıklarını, hissettiklerini sorduğumda her birinden aldığım ilk cevap şuydu: “Unutuluyor.”
Olan bitenler, yaşananlar, ya kâfi derecede anlatılmadığından veya yeterince yazılıp çizilmediğinden unutuluyormuş demek ki.
Ya tarih, tarih denilen geçmiş unutulabilir mi?
2. Dünya Savaşı zamanında olan biten, Yahudilere olduğu kadar Rus, Çingene, cüce ve ikizlere yapılan eziyet ve işkenceler yeterince anlatılıp hatırlanmazsa gün gelecek ve unutulacaklar mı? Bu mümkün müdür?
Her yıl iddalı bir Holokost filmi veya aynı konuyla ilgili bir kaç kitap yayınlandığında verilmek istenen mesaj nedir? Kin ve nefret duymak mı? Almanlardan intikam alınması mı? Susan, olanlara göz yuman tüm insanlara karşı birleşmek mi? Yoksa hatırlamak mı? Unutmamak adına ufak da olsa bir çaba mı?
Bugün bazı ülkelerde tarih kitaplarından Holokost’u silmek, çıkartmak eğilimi var. Bu tavırla, önceden olan biteni yok etmek mümkün mü? Hafızalardan silmek bu kadar kolay mı? Maalesef cevabı “Evet”. Peki, yeterince tekrar edilmez ve anımsatılmazsa bir daha olabilir mi? Bunun cevabını tahmin dahi etmek istemiyorum.
Tarih kelimesi çok ilginçtir ki İbranice’de karşılığı yoktur. Tercümesi ‘historya’ kelimesine yakın bir deyiştir. History İngilizce his-story demektir. Yani bir başkasının hikâyesi... Tarih bir başkasının yazdığı, not ettiği geçmiş olaylardır. Tarihi yazarken, haberden öte bir kayıt yapılırken, yorum ve yargı da işin içine girerse çok kolay hikâyeye dönüşebilir.
Fakat konu Kutsal Kitap olunca iş değişiyor. Orada olan bilgilere göre her birimiz Sina Dağındaydık. Bu yüzden bahsi geçen kitap bir tarih kitabı değil hatırlama ve ders kitabıdır. Bizden istenen de tarihe bakmak değil sadece olan biteni, orada olduğumuzu hatırlamamızdır. O günkü olaylar ağızdan ağza, nesilden nesle aktarılırken şayet bir yalan veya tartışmaya açık bir yorum olsaydı bunun aksini ispat edecek en az 603.550 tane yetişkin erkek vardı. Birileri, o günlerde yaşamakta olduklarını, olduğundan farklı anlatan birisi varsa gidişatına dur diyerek tarihi ve geçmişi değiştirebilirdi. Olmadı. Demek ki yaşananlar, görülüp duyulanlarla bugün bize aktarılanlar arasında tutarsızlık yok.
Allah, başı ve sonu bilendir. Yazılanlarda, bizlere aktardıklarında ne bir eksik ne de fazla bir harf vardır, her kelimeninse yeri ayrı ve sağlamdır. Olanları anlamayıp yorumlayan bizleriz. Her nesildeki insan ya anlamıyor ya anlam yükleyemiyor veya anlamak işine gelmiyor çünkü akla hizmet edip, aklın tuzaklarına düşerek kolayına kaçıyor.
O yüzden iyisi mi hatırla... Kim olduğunu, ne olduğunu, nereden geldiğini anımsa. Şu anda nerede olduğunu bilmezsen gideceğin yeri de bulamazsın. Ve yarın vardığın yerden geriye baktığında bugün olduğun yeri göreceksin. Ona göre hareket et. Unutma ve unutturma. Hatırla ve hatırlat. Kim ne derse desin sen ne olduğunu bilensin.