David OJALVO
Doğan Kitap tarafından ekim başında yayımlanan, Rahime Sezgin’in akıcı ve samimi bir dille kaleme aldığı “İzzet Keribar / Öteki ya da Değil, Ne Fark Eder” adlı kitabı okudum. Bu kısa biyografiyi okumayı tamamladığımda, mutluluğun maddiyattan çok maneviyatta olduğunu yeniden hatırladım.
***
Fotoğraf sanatçısı İzzet Keribar, 2011 yılında fotoğraf dalında Kültür ve Turizm Bakanlığı Büyük Ödülüne layık görülen dört sanatçı arasındaydı (Şalom, 7 Mart). Kendisi, kitapta belirtildiği gibi fotoğraf camiasında en çok bilinen kişilerin arasında gelmekte… Bu doğrultuda sanatçının, yetmiş beş yıla dayanan birikimiyle okurlara söyleyecekleri vardı. Kitapta, yakın tarihimizde toplumu, azınlıkları etkileyen önemli olaylara değinildiği kadar, bir sanatçının gün ışığına çıkışının öyküsüne tanık oluyoruz. Biyografide çocukluk ve gençlik dönemini geniş yer tutmakta… İlk gençlikten günümüze uzanan zarif köprüyü ise fotoğraf sanatı kuruyor. Bu hayat hikâyesinde kapsamlı bir iş dünyası, ticarete dair püf noktalar yok; “manevi” tutkular daha çok dikkati çekiyor. Dışarıdan bir göz olarak, askerlik dönemindeki fotoğraf heyecanının yıllar içinde saklı kalışını ve bir yolculuk sırasında benlikteki uyanışını izliyoruz.
Kitapta aktarıldığı üzere, İzzet Keribar’ın tutkusu sadece fotoğrafla sınırlı değil; kendisi çok yönlü bir sanatçı. Çocukluğunda müziğe karşı olan derin ilgisi ve yatkınlığı, dekorasyonda topladığı takdir, antika ve özellikle de pul koleksiyonu biriktirmekteki azmi, okuru sanatsal etkinliklere yönelmek adına teşvik edici nitelikte.
Sanatın üzerinde yoğunlaşan manevi değerler, hayatın her alanında! Okurken kimi sayfalar, “geçmiş zamanın daha güzel olabileceğine” dair düşüncelerimi alevlendirdi. Örneğin İzzet Keribar’ın çocukluğunda edindiği plaklar, yurt dışına giden annesine verdiği klasik müzik albüm siparişleri… İnternetin hayatımızı kolaylaştırmaktan öte, tüketimi sonuna kadar kamçıladığı günümüzde, bir plağa sahip olmanın heyecanı ve mutluluğunu bugün ne doğurabilir? Kanımca artık, teknolojinin “mutluluk verebilme gücü” bitmek üzere… Sadece plaklar değil tek örnek. Beyoğlu – Tünel civarındaki mağazaların isimleri, lise yıllarında öğretmenlere duyulan sevgiyi de ele alabiliriz. 20. yüzyılın ortalarındaki marka anlayışı ile bugünküsü sanırım birbirinden çok farklı. Eğer markalar, bir dönem kaliteyi ifade ediyordu ise, bugün kalite, “gösterişin” gölgesinde kaldı gibi. Bilgiye erişmek kolaylaştı, sistemler ön plana geçti ve öğretmenler, geçici bir okul döneminin unutulmaya aday isimleri sanki. Uzun yılların ardından, bir yurt dışı seyahatinde, size emek veren bir öğretmeninizi ziyaret ettiğinizi hayal edebilir misiniz? İzzet Keribar, bizlere bu ve benzeri önemli hassasiyetleri anımsatmakta. Bir örnek de kadın-erkek ilişkilerine dair sanatçının düşünceleri:
“(...) Kızlara ileride evlenecek kişiler olarak bakardık ve saygı gösterirdik. El ele tutuşmak, flört etmek, kaçamak öpmek vardı ama o kadar... Bir odaya kapanmak gibi şeyler düşünülemezdi. Yapan çocuklar da her zaman etrafımızda ayıplanırdı. Bizim çevremizde böyle şeyler çok kötü algılanırdı, biz böyle bir duruma düşmek ve kızların geleceğini mahvetmek istemezdik.”
Cümleler, yorum gerektirmeyecek kadar açık. Aktardığım görüşün “eski/demode” olduğuna dair itirazlar olabilir; ama vurgulamak istediğim nokta “saygı”nın ta kendisi. Kadın-erkek ilişkilerinde, bugüne ve geleceğe dair saygıyı pekiştirmek zor olmamalı.
***
Biyografinin genelinde, “öteki” kavramının bir ağırlık yaratmadığını belirtebilirim. Yakın tarihimizin kimi olaylarıyla toplumun yüzleşmesi sancılı bir süreç ve eğitim düzeyiyle yakından alakalı. İzzet Keribar, 6-7 Eylül Olayları, Varlık Vergisi, 20 Kura Askerleri gibi başlıklara değinirken okuru incitmemeye özen göstermiş. “Burası Türkiye, burada her şey çabuk unutulur” cümlesi ara ara vurgulansa da, geleceğe dönük, sağlıklı bir bilinç arayışındayız. Sanatçı da hâlihazırda bunun farkında olan kişi değil midir? Geçmişin bir noktadan sonra ne denli yargılanabileceği meçhul ve geleceğe güvenmenin temelinde tarih bilgisinin yeri önceliklidir.
21. yüzyılda “öteki” kavramını olumsuz çağrışımlardan kurtarmalıyız. Sanatı da bu çabanın bir parçası olarak görüyorum.
***
Mutluluk, maneviyattadır.
İzzet Keribar’ın hayat hikâyesi, bu cümleciğin somut kanıtı. Biz de kendimizi ifade ederken, öncelikle manevi değerlerle ilişkimizi sorgulayalım. Böylelikle bir bakarız, ruhumuzda gün ışığına doğru yeni ve bir başka uyanış başlar.