Ünlü şair yazar ve araştırmacı Sunay Akın bu haftadan itibaren her ay ‘Hissi Senetler’ adlı köşesiyle Şalom’da. İlk yazısı ‘Anne Frank Üşüyor´
Kati Stilgenbauer, bakıcısı olduğu küçük kızın adını yüksek sesle çağırarak, evin odalarında telaşlı adımlarla gezinmektedir. Gözünü üstünden ayırdığı birkaç dakika yeter küçük kızın ortadan yok olmasına. Her boş oda, içinin biraz daha kararmasına neden olmakta, çocuğun annesine ve babasına ne derim korkusu yüreğinde bir çığ gibi büyümekteyken, balkondan gelen sevinç çığlıkları çalınır kulağına!..
Küçük kız, balkonda biriken yağmur sularının içinde oynamaktadır. Su birikintisi, meleklerin gökten indirdiği bir havuzdan farksızdır onun gözünde. Bakıcısı Kati, bu olayı şöyle anlatır yıllar sonra: “Onu azarladığımda kılını bile kıpırdatmadı. Tek istediği, o anda ona bir masal anlatmamdı.”
Balkonda biriken yağmur suyunu bir oyun alanına çeviren küçük kızın albümüne bir göz attığımızda, arkadaşı Sanne ile sokakta çekilen bir fotoğrafında, çember ve tahta bir skutırın arasında görürüz onu. Yedi yaşındayken, iki arkadaşıyla birlikte yine sokakta çekilen bir fotoğrafında ise oyuncak bir bebek vardır ellerinde. O, oyuncaklarını, ama özellikle de sokağı özleyecektir on üç yaşından sonra; çünkü onun adı Anne Frank’tır.
Frank ailesinin büyük kızı Margot’ya, 5 Temmuz 1942 tarihinde toplama kamplarına gönderileceğini haber veren celp kâğıdı gelir. Ertesi gün Otto Frank, Amsterdam’ın kanallarından birine bakan işyerinin arka odalarında eşi ve iki kızıyla birlikte Nazilerden gizlenmeye başlar. Küçük kızları Anne, “Kitty” adını verdiği bir günlük tutmaktadır. Gizli bölmeye Peter adında oğulları olan Van Pels ailesi ve yaşlı diş doktoru Fritz Pfeffer de katılır. Sekiz insanın bir tek suçu vardır: Yahudi olmak!
Anne Frank için karanlık günlerin başlangıcı olan 1935 yılında, Yahudi çocukları aşağılamak üzere faşistler tarafından çekilen bir fotoğraf Berlin duvarlarına asılır. Gülümseyen bir kız ve bir erkek çocuğun görüldüğü fotoğrafın altında şu yazılıdır kocaman harflerle: “İki harika ari çocuk...” Alman ırkçılığını ve buna karşı olarak da Yahudi düşmanlığını körüklemek amacıyla fotoğrafı çekilen çocukların adları Herbert Levy ve Ellen Eva’dır... Ve bu “harika” iki çocuğun anne ve babaları Yahudi’dir!
Çocuğun kullanıldığı çirkin savaş propagandalarından biri de, 1990’lı yılların başında, Amerika’nın Irak’a saldırdığı Körfez Savaşı’nda yaşanır. Amerika Birleşik Devletleri’nin televizyon kanallarında bir Kuveytli kız, Saddam’ın çocukları işkence yaparak öldürdüğünü anlatır gözyaşları içinde. Zavallı kızın sözlerinden tüm dünya etkilenir ve bu haber sonrasında Amerika yanlılarının sayısında artış görülür. Oysa, kız çocuğunun babası Kuveyt’in ABD elçisidir ve savaş için yalan söylemeye zorlanan çocuk, hayatında bir kez olsun Kuveyt’e gitmemiştir!
Amsterdam’da bir evde, kapağında Can Yücel’in de adının yazılı olduğu bir kitap sergilenir. “Kitty”nin Türkçe çevirisidir, kapağı pembe renkli olan bu kitap. Ev de, Anne Frank ve yedi insanın İkinci Dünya Savaşı sırasında gizlendikleri evdir. Yolum ne zaman Amsterdam’a düşse mutlaka Anne Frank’ın evine gider, odalardan birinde hatıra defterinin, öbür dünya dillerinden örnekleriyle yan yana sergilenen Türkçe çevirisine bakarak Can Yücel’in şu dizelerini anımsarım:
Amsterdam’da oturduğumuz dairenin alt katında
Bir papağanı var Faslı kiracının
Kapı yoldaşı enik patiğini kafese vurdukça
“Hasan!”, “Hasan!” diye bağırıyor avaz avaz
Bende bir hasret, bir hasret!
Kanada’da çalışan oğlum Hasan burnumun direğini sızlatıyor.
Can Yücel’in oğlu Hasan’ın hasretini duyduğu Amsterdam’a, gizli bölmede yaşayan ve yakalanarak toplama kamplarına gönderilen sekiz insandan ilk dönen Anne Frank’ın babası Otto Frank olur. Hatıra defteri, Nazilerin eve düzenledikleri baskın sırasında yere düşmüş ve gizli bölmeye yiyecek taşıyan insanlardan biri olan Bayan Miep tarafından bulunmuştur. Bayan Miep, Anne Frank’ın Bergen Belsen kampında tifüsten öldüğünü öğrenince Bay Frank’a verir defteri. Otto Frank, çocuklarının, eşinin ve dostlarının hiç dinmeyecek “hasreti”yle kalakalır; çünkü toplama kamplarına gönderilen sekiz insandan geri dönmeyi yalnızca o başarmıştır.
Anne Frank, gizli bölmede Bay Pfeffer ile birlikte kaldığı küçük odayı güzelleştirmek için dergilerden kestiği fotoğrafları, resimleri duvarlara yapıştırır. Bu resimlerden birinde, mavi elbiseli, beyaz önlüklü bir kız çocuğu elinde oyuncak ördek tutarken görülür. Anne Frank’ın yatağının dayalı olduğu duvarda yer alan bu resimdeki kız çocuğu bir iskemleye kırmızı, beyaz ve mavi renkli elbisesiyle kuklayı andıran bir oyuncakla birlikte oturmuştur. Karşı duvardaki bir resimde ise, sağ elinde bebek tutan bir kız çocuğu göze çarpar.
Miep Gies’in bilgileri ışığında yeniden düzenlenir Anne Frank’ın odası... Gerçeğine uygun eşyalarla donatılan odaya bir de oyuncak ayı konsa da, Kitty’in sayfalarında böyle bir oyuncaktan söz edilmemektedir. Anne Frank yalnızca “9 Kasım 1942 Pazartesi” tarihli yazısında bir oyundan söz eder: “Sevgili Kitty... Dün Peter’in doğum günüydü, on altı yaşını bitirdi. Saat sekizde yukarıya çıktım ve Peter’le hediyelere baktım. Hediyelerin arasında bir de borsa oyunu vardı...”
Oyuncak ayı, Anne Frank’ın odasına sonradan kaldırılacak olan düzenleme esnasında neden konuldu, bilinmez! Bundan amaçlanan, olaya biraz daha dram katmaksa, bu son derece gereksiz bir kaygıdır; çünkü boş odalar ve pencerelere gerili kara bezler, daracık odalarda nefes almanın zorluğunu ve de çekilen acıları fazlasıyla yaşatıyor ziyaretçilere. Toplama kamplarında katledilen çocukların hüzünlü öyküsünün oyuncakla en doğru anlatımı ise, Amsterdam’ın Muiderpoort Tren İstasyonu’nda, 25 Mayıs 1943 tarihinde çekilen bir fotoğraftır. Bu fotoğrafta, yakılacakları fırına götürülmek üzere trenlere bindirilen, göğsünde sarı Davudi yıldızı taşıyan insanlar arasında sarı saçlı bir erkek çocuğu hemen belli eder kendisini. Çocuğun yanında tahta bir kamyon ve onun üstüne koyduğu bir tahta at vardır. O çocuğa ne oldu dersiniz? Oyuncakları da onunla beraber mi yakıldı yoksa?..
İkinci Dünya Savaşı’nda çocuk olan insanlardan hayatta kalmayı başarıp, yıllar sonra o günleri anımsayanlar arasında oyuncaktan söz edenlere rastlarız. Brüksel yakınlarında yaşayan “Nora” adlı bir kadının yanında gizlenen Astrid Jakubowicz’in anlattıkları, savaş koşullarında bile oyuncak yapanlar olduğunu bildirmesi açısından ilginçtir. Nora’yı şöyle anımsıyor Jakubowicz: “Kendince beni sevdiğini sanıyordum. Bana tahtadan oyuncak hayvanlar yapar, bunların ayaklarına tekerlekler takardı; ama ne yazık ki öfkesini denetleyemiyordu... Bir gün öfkelenip suratıma attığı çatal, yanağıma batmıştı.”
Savaş çığırtkanlarının her sözü, her yazısı üşütüyor, Anne Frank ve savaşlarda öldürülen nice çocuğu.