Bizi üç şey eskiye götürür:
Müzik, koku ve edebiyat…
Bir şarkı dinlerken, bir kokunun ortasından tesadüfen geçerken ya da bir şiirin, bir cümlenin etkisine kapılmışken bir de bakarız ki eski bir dostla kahve içiyor, annemizin dizinin dibinde bir akşam üstünü ya da ilk gençliğimizin heyecanlarından birini yaşıyoruz.
Bunlar bazen çok hüzünlü gelir bize, bazen de bir o kadar mutluluk verir içimize.
Geçenlerde dinlediğim bir CD 60’ların,70’lerin, 80’lerin o çok bilinen şarkılarından oluşuyordu. Yabancı ve Türkçe karışık düzenlenmiş bu öğretmenler günü armağanı CD, beni çok eskilere götürdü.
60’ların müzikleri; dilini hiç bilmediğim insanların, dinamik ve romantik müzikleri, parlak sahne kıyafetleri ve kulaklarımda önce ezber olarak yer etmiş şarkıları demekti çocukken.70’lerde çocuk olmak, aranjmanlarla büyümek demekti biraz da. Sonra; seksenlerin kabarık saçları, vatkalı omuzları ve rugan çizmeleriyle boy gösteren kızlarının bizi kliplerle buluşturdukları dönem geldi.
Şarkıları dinlerken geçmişe tatlı bir yolculuk başladı içimde.
Ben üniversitedeydim.
Hayalim gerçek olmuştu.
Dizeler ve satırlarla geçecek ömrümün ilk tanışmalarını yaşıyor, deliler gibi ders çalışıyor, en yüksek notları alıyor, birbirinden değerli hocalarımın derya deniz bilgilerinden yararlanıp kendi yolumu çizmeye çalışıyordum.
Halk Edebiyatı hocam rahmetli Aydın Oy’du. Mezuniyetimizden beş yıl sonra vefatını duyduğumda içimden bir şey kopup gitmişti. Hiçbir öğrencisini hırpalamayan, hepsine daima büyük bir nezaketle yaklaşan, onların verdikleri cevaplara teşekkür ederek karşılık veren, yarının öğretmenlerine önce saygıyı öğreten, bizi, hiçbir kitapta bulamayacağımız, ancak ondan duyabileceğimiz ayrıntılı bilgilerle donatan bir hocaydı. Tam bir İstanbul beyefendisiydi.
Yeni Türk Edebiyatı demek, Prof.Dr. Abdullah Uçman demekti. Aynı konunun içinde Doğu ve Batı’nın önde gelen isimlerini bir araya getiren mukayese gücüyle, latif sesi ve derin bakan mavi gözleriyle Tanpınar neslinin bir halkası gibiydi derslerinde. Öğrencilerinin hala aynı zevki aldığından eminim bu derslerde. Ne kadar şanslı olduklarını sonradan anlayacaklar.
Tiyatro ve roman demek Prof. Dr. Zeynep Kerman’dı. Hocamız üniversiteden kendi isteğiyle emekli oldu. Yıllar önce büyük hocamız Mehmet Kaplan için evinde okuttuğu duaya okuldan birkaç öğrencisini çağırmıştı. Aralarında ben de vardım. O gün kendimi ne kadar değerli ve özel hissettiğimi bugün bile hatırlıyorum. Onları üniversite kürsüsünün ardında değil, bir ev ortamında görmek, onlara çay servisi yapmak ve edebiyat üzerine konuşmak ne kadar zevkli ve paha biçilmez bir zamandı.
Şeyma Güngör, Eski Türk Edebiyatının sesiydi. Güzel havalarda bize; siz ne biçim gençsiniz, insan bu havada okula gelir mi, insanın bu havada âşık olması, şair olup şiir yazması lazım, derdi. Hayat dolu, canlı, aşkla yaşayan bir kadındı Şeyma Hanım.
Ve tabii dil derslerinin babası Prof.Dr. Halil Ersoylu hocam.
Ne öğrendiysem ondan öğrendim gibi gelir bana.
Disiplinli olmayı, zamanı doğru değerlendirmeyi, kurallara ne olursa olsun uymayı, titiz çalışmayı, öğrencilerin iyiliği için, zaman zaman onların istemediklerinin de arkasında durmayı…
Bunları hiçbir zaman konuşmadık onunla.
O böyle yapardı ben de onun yolunda, onun talimatlarıyla çalışırken öğrendim ne öğrendimse.
Tez çalışmam için saat üçteki randevuya, üçe iki kala gitsem beni kapıda iki dakika bekletir, tam üçte sesini yükselterek, gel der ve eklerdi: “Zaman, akademik çalışma yapanlar için her şeydir.”
Osmanlıca, Türkiye Türkçesi, Eski Anadolu Türkçesi, Türk Dili, Tarihi o demekti.
Okul, o demekti. Emekli olmuş, eşi ve kızıyla İzmir’e yerleşmişti. Muhakkak yeni araştırmaları vardı. İnternete girip adını yamam yetti hocama ulaşmak için.
Türk Dilince Dua ve Beddualar, iki ay önce basılmış. Bu yılki TÜYAP’ta kitabı alabileceğim. Hem de belli mi olur, belki yıllar sonra yeniden, hocamı görüp elini öpebileceğim.
Dinlediğim şarkılar beni eskiye taşıdığında önce üniversiteme giderim. Yetişip şekillenmemde annem ve babam kadar bende hakkı olan öğretmenlerimi, şahane zaman geçirdiğim arkadaşlarımı, bize hep anlayışla yaklaşan, bugün farklı üniversitelerde hocalık yapan asistanları, Mimar Sinan Üniversitesinin eski ve yeni binalarının o loş, nemli ve yüksek tavanlı koridorlarını, sınıflarını hatırlarım.
Okulum, en güzel anım…
Öğretmenlerimi de okul yıllarımı da çok özlüyorum.
Geçmişin içinde haklı bir gururla salınarak gezen bu anıları; eski şarkılara, dil derslerinden fırsat buldukça yaptığım edebiyat derslerinde okuduğum şiirlerde, yazdığım yazılarda yeniden yaşamanın tadına varıyorum.
Hayatta olan ve olmayan, beni öğretmen yapan o çok değerli ve gizli kahramanların öğretmenler günü kutlu olsun.