Hayatımız da, hayatın ruhu da, kendimiz de, bedenimiz de, ruhumuz da sürekli bir değişim içinde. Nostalji dediğimiz de değişimin ruhlarımızda yarattığı tahribattan öte bir hissiyat değil. Lâkin hayatımızda değişime direnen bir mesele var. Dante’nin bile arzın merkezine koyduğu bir dünya mekânından bahsediyorum. Ortadoğu’dan yani.
Hayat bize hiç bir gerçekliğin yerinde durmadığını, kendisinin bile sürekli bir değişim halinde olduğunu ‘söylemiştir’ hep. Bunu anlamak, bunu görmek için Heraklitos’un, ‘Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz’ sözüne de ihtiyacımız yok. İnsanın kendisi de bedeni de, ruhu da kesintisiz bir gelişim ve haliyle değişim içinde. ‘Her şey akıyor’, çünkü doğa yasası bunu gerektiriyor. Zeitgeist denilen ‘hayatın ruhu’ da sürekli bir değişim içinde. Zamanın siyasi, kültürel, toplumsal hatta ekonomik iklimi günün ruhunu oluşturuyor. Lâkin insan çoğu zaman günü yakalayamadığı için geçmişe takılıp bugünü yanlış yorumlar. Oysaki, doğa öyle kurgulanmıştır. Hiç bir şey yerinde saymıyor.
Nostalji dediğimiz de aslında bu değişimin ruhumuzda yarattığı depremler olmasın? Gençliğimde nane kokularıyla günlerini, gecelerini geçirdiğim sokaklar, bugün artık yerlerinde bile yoksalar doğa yasası bunu gerektirdiği içindir. O sokaklar, o gerçeklikler göremediğimiz, tam kavrayamadığımız dengeler nedeniyle yok olmuştur. Değişimin çözümlenemeyen kodlarının dengeleriyle hayattan çekilmişlerdir.
İşte, bu yok oluş, bize nane kokulu sokakların nostaljisini yaşatır. Zira o kokular bize geçmişimizi anımsatıyor. Lâkin artık ne o sokaklar vardır, ne de o yaşlardaki hayatlarımız. Ölümünün yirmi birinci yılında ‘love of my life’ parçasını dinlediğimizde ağlıyorsak eğer, Freddie Mercury’nin ölümünden çok, bize o şarkısıyla yıllar önceki hayatlarımızı aklımıza getirdiği içindir belki de. O günler, iyiydi veya kötüydü; lakin artık geçmişimizin kolumuzun hiç bir zaman uzanamayacağı uzaklıkta kalmış olduğunu bildiğimiz için nostaljiye yenik düşüyoruz. Bizi hislendiren yaşımızın ilerlemesi değil muhtemelen; değişimin ruhumuzda yarattığı tahribattır belki de...
Özcümle gördüğünüz, hissettiğiniz hatta görmediğiniz her şey değişiyor bu dünyada.
Değişimi yakaladığımız müddetçe ‘var olmaya’ devam ediyoruz; ıskaladıkça yoksunlu€unu yafl›yoruz hayat›n.
Lakin, değişimin bu mutlak hakimiyetine rağmen bir meselenin ısrarla yerinde saydığını görüyoruz.
Bakıyorum da, 1994’te zamanın başbakanı Tansu Çiller ile yaptığımız İsrail ve Gazze ziyaretlerinden tam 18 yıl geçmiş; bırakın değişimi, geriye gidişten bile söz edilebilir rahatlıkla o bölgede.
‘Her şey akar’ dedik, lakin Ortadoğu’da hiç bir şey akmıyor. 1948’den beri o bölgeye değişim uğramamakta ısrar ediyor. 1994’te Gazze’de gözlerdeki umudu bizzat görmüştüm. Yaser Arafat ve İzak Rabin barışa doğru gidiyorlardı. Ama olmadı, olamadı. Arafat tarihe geçebileceği cesareti gösteremedi. Rabin de barış düşmanları tarafından katledilince bölge dondu kaldı. Hâlâ aynı yerdeyiz. Hiçbirimiz oturduğumuz yerden her iki halktan da masum insanların bombalarla veya roketlerle geçirdikleri korku dolu saatlerin onlar için nasıl cehennem azabı olduğunu anlayamaz. Hele çocukların ölümlerini nasıl görmezden gelebiliriz?
Tanrı bize hayatı bağışlamışken, ölüm yerine yaşamı yücelten bir iklim yaratılamıyorsa o yerlerde, hatayı ve çözümünü ortak aklın bulması gerekiyor artık.
Biliyorum, ünlü Dante’nin ünlü ‘İlahi Komedya’sında arzın merkezine koyduğu bölgeden bahsediyoruz. Üzerine herkesin titrediği kutsal bir dünya mekânından söz ediyoruz. Lakin oralarda oturan halkların, ‘artık yeter, biz sadece yaşamak istiyoruz’un iradesini göstermesi gerekiyor. O halkların, o iradelerinin üzerinde hiç bir güç o zaman o değişimi engelleyemeyecektir.
Zira aslolan hayattır, adam gibi yaşamaktır.
Değişim Ortadoğu’ya da gelsin artık.
Barış hemen şimdi...