BM’lerdeki tarihi oylama öncesinde yaptığı konuşmada, bu süreçte sık sık “doğru zaman değil” itirazlarını duyduğunu belirten Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu; “Peki, o zaman açıkça sormama izin verin? Filistin’in devlet olma hakkını kazanması için doğru zaman şimdi değilse ne zaman?” dedi.
65 yıl önce, 1947 yılının 29 Kasımında, İbrani tarihine göre ‘Kaf Tet Be November’ olarak tarihe geçen günden tam 65 yıl sonra Birleşmiş Miletler bu kez Filistin’i ‘üye olmayan gözlemci devlet’ olarak tanıdı.
Oylamanın aynı tarihe denk düşürülmesinin pek tabi simgesel bir anlamı var. Buna sadece tarihin cilvesi veya bir rastlantı demek mümkün değil. Farklılıklar derseniz;
1947’de BM’de sadece 56 devlet oy kullanmışken bu kez oylamaya 188 devlet katıldı.
1947’de oylama üç dakika sürdü ve dünya kamuoyunun radyolarının başında izlediği oturumda devletler ‘evet-hayır-çekimser’ demek suretiyle oy kullandılar. Bu kez ise elektronik oylama anında haber portallarına düştü.
1947’de 181(II) sayılı karar ile ‘Bölünme Planı ve İngiliz Mandası’nın sona ermesi kabul edildi. Arap ülkelerinin karşı çıktıkları kararın alınmasından hemen sonra Filistin’de şiddet olayları başladı. Bu kez ise karar Ramallah kenti başta olmak üzere Batı Şeria, hatta Hamas yönetiminin onayı ile El Fetih tarafından Gazze’de büyük sevinç gösterileri ile karşılandı.
181 (II) sayılı karar bir İsrail devletinin kuruluşuna yol açtı, oysa Filistin sadece ‘Vatikan Statüsü’ diye de bilinen, ‘üye olmayan gözlemci devlet’ imtiyazını kazandı.
İsrailli bakanlar medyaya verdikleri beyanatlarında BM kararını küçümseme yarışına girdiler. Bir devletin kâğıt üzerinde kurulamayacağını bunun ancak ikili görüşmeler sonucunda İsrail ve Filistinlilerin karşılıklı anlaşmaları ile gerçekleşebileceğini belirttiler.
Doğru, Filistin’in yeni statüsü ile tam bir devlet olma niteliğini kazanamadığı açıktır. Ancak bu statü sayesinde BM’ye tam üye olmasa da Filistin’in uluslararası diplomasideki ağırlığını ve etkinliğini arttırma fırsatı elde edeceği ve BM’ye bağlı birçok alt kurumda daha etkin bir rol üstleneceği de tartışılmaz.
İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon; “Bu Filistinliler için tarihi bir düş kırıklığıdır” şeklinde bir açıklamada bulundu. Aynen ABD tankları Bağdat’a girdiğinde Irak enformasyon bakanının Irak’ın zaferini ilan etmesi gibi…
İlkin, BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada; “sağlam bir temel üzerine oturacak barış müzakerelerine yeni bir soluk kazandırmak istediklerini” kaydeden Mahmud Abbas’ın bu karar sonucunda Hamas’a karşı elinin güçlendiği bir gerçektir. Gazze’nin karşı karşıya bulunduğu ekonomik sıkıntılara karşın Batı Şeria’nın refah düzeyinin sürekli olarak yükselmesi de Hamas’ı Abbas’ın bu girişimi karşısında daha ılımlı olmaya, hatta zımnen başvuruyu kabullenmeye itmiştir.
Karşısında ‘kendisini tanımayan bir düşman yerine’ barış görüşmelerini yürütebilecek daha uzlaşılır bir muhatap bulması tartışmasız İsrail’in çıkarınadır.
Görülen o ki, ‘bu karar semboliktir, hiçbir şey değişmeyecek’ söylemi inandırıcı olmaktan uzak kalıyor. Uluslararası toplum iki devletli çözüm yönünde sürekli sürüncemede bırakılan sözlerden ve atılmayan adımlardan bıkmış, İsrail’e ciddi bir uyarıda bulunmuştur. İngiltere, Almanya, Hollanda gibi her zaman İsrail’i destekleyen devletlerin de bu kez çekimser kalmaları anlamlıdır.
Görevde bulunduğundan bu yana İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun barış görüşmelerini buzdolabına kaldırması ve Dışişleri Bakanı Avigdor Liberman’ın da etkisi ile kalıcı bir çözümün benimsenmesi yönünde hiçbir adım atmaması BM’de daha çok sayıda devletin Filistin’i desteklemesine yol açmıştır.
Sular artık kaynama noktasına geldi. Filistinlilerin 1947’de devlet kurma yönünde kaçırdıkları fırsatı bu kez daha uzlaşmacı ve gerçekçi talepler ileri sürerek değerlendireceklerini, İsrail’in de ‘barış’ umutlarını boşa çıkarmayacağını ummak istiyorum.
HANUKA BAYRAMI İÇİNİZİ AYDINLATSIN.