Okumak, çok seslidir

Köşe Yazısı
5 Aralık 2012 Çarşamba

David OJALVO


31. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı, önceki pazar sonlandı. Şehir merkezinden, metrobüs hattını seçerseniz, yaklaşık 1,5 saatte varabiliyorsunuz Beylikdüzü’ndeki fuar alanına. Kocaman salonlarda, geniş kitaplar stantlarının ve kalabalığın arasında yutuluyorsunuz adeta. Seçenekler çok ve kitaplar her zamanki gibi heyecan uyandırıyor. Yayınevlerinin sunduğu indirim oranlarına bakıyorum; sunulan rakamlar geçmişe göre cazibesini yitirmiş gibiler. Özellikle de bir internet sitesinin, son on yıldır Beylikdüzü’ndeki fuarın ardından düzenlediği ‘Sanal Kitap Fuarı’ ekonomik yönden bakıldığında daha avantajlı.

Bu sene, fuarı birlikte gezdiğim dostuma yardımcı oldum daha çok. Kendisi poşetler dolusu, harikulade eserler aldı. Fuara ilgi yoğun, ortam öylesine kalabalıktı ki, zorlandığımız anlar da oldu. Kimi okurlar, yanlarında çekmeli valiz ile gelmişti Tüyap’a. Önümüzdeki yıllarda, belki biz de valiz ile gideceğiz.

Beylikdüzü’ne varmak kadar, şehre dönmek de yorucu. Hafta içi çalışmak zorundasınız ve fuara sanırım hafta sonu ayrı bir yoğunluk yansıyor. Kitaplar hep davetkâr. Onları özenle inceleyerek, seçerek edinmeye çalışıyorsunuz. Akıp giden zamanın değeri gün geçtikçe katlanırken, ara ara neyi, hangi dönemde okuyacağımı kendi kendime soruyorum. ‘İyi bir okur’ olabilme çabasının yanına ‘keyifli bir okur’ olabilmeyi ekleyebilirim. Yeni basım bir eserin sayfalarını koklamak, kapak tasarımını ve sayfa mizanpajını incelemek, koltuğa kurulup veya yatağa uzanarak okumak, özünde bir keyif işi.

Kitaplar çeşit çeşit. Hikâyeler, anılar, tarihsel olaylar, araştırmalar, bilgilendirici metinler… Okumak, sessiz bir süreç değildir. Satırlar sizinle konuşur, siz kendinizle konuşursunuz ve uzun vadede yeni ve daha güzel cümleler kurulur.

Okuma eyleminin düşünsel yönü kadar, kitapların, ‘fiziksel olarak’ varlığı ayrıca huzur uyandırıyor. Onlar, söylendiği gibi, iyi ve vefalı dostlar. Bazısı kütüphanemde yıllardır kendilerine el atmamı bekliyor ve itiraf etmeli, gündelik hayatın temposunu bir mazeret gibi sunmaya vicdanım el vermiyor. Bugüne ve geleceğe dair sıkıntılar, kimi günler (bazen haftalar boyu) kitapların huzuruna gölge düşürüyor. Böylelikle okumak için şevkiniz varsa da, sabır eşiğiniz yetersiz kalıyor.

Bir önceki paragrafta kitapların fiziksel varlığına işaret ettim. Zira tablet bilgisayarın çoğalmasıyla, tabletlerden okumak güncel… Yakın bir dostum, bu doğrultuda hatırı sayılır dijital bir kütüphane kurdu. Çeşitli uygulamalar sayesinde dijital metinin görsel yönünü dilediğiniz gibi şekillendirebiliyoruz. Kitap ayracı dijital, satırların altını çizdiğiniz kalem dijital, alıntıları aktardığınız duvarlar dijital. Bu noktada yaşanmışlık hissi kayboluyor. Tablet bilgisayarla gazetede, dergi, makale okuyabilirim; ama istisnai koşullar ve profesyonel ilgi alanlarım hariç, kitap okuyacağımı sanmıyorum. Elinde tablet bilgisayar tutan ‘keyifli okuru’ görmekte zorlanıyorum. En basitinden e-kitabın ön kapağına ne adınızı yazabilirsiniz, ne de tarih atabilirsiniz. Okuduğumuz kitaplar bizimle birlikte yaşlanmalı, yapraklar sararmalı. Sonuçta geçmişi içselleştirmemizi sağlayan, biraz da bu gibi incelikler değil mi? Bu, fotoğraflar için de geçerli. Elinizde tuttuğunuz dikdörtgende, fotoğrafta yer alanlar kadar, kâğıdın da bir dili var. Dijital teknoloji, internet yıllanmaya karşı duruyor. Yaşanmışlık algımızı destekleyecek her türlü elemente, araca sahip çıkmalıyız.

Bu köşe yazısını, beni düşündüren bir hassasiyetle bitirmek isterim. Toplumdaki okuma oranı ara ara tartışılır. Bu oran nasıl yükseltilebilir? Bir bireyin kitap okumayı sevmemesini algılamakta zorlanıyorum. Kitapseverler, sevmeyenlere göre daha mı ‘özel’ bireyler? Okumaya karşı mesafeli duranlar, şansız mı? Verebileceğimiz cevaplar, sizi hangi yönde cesaretlendirirdi?