Sosyal bilimlerde hesapları tutturmak zor. Oysa kimselerin sevmediği fen bilimleri çok daha tutarlı, çok daha samimi davranıyor; orada iki kere iki hep dört ediyor. İşin içine insan girince, toplum girince her şey allak bullak oluyor. Hele hele yolunuz siyasete veya siyasete bulaşmış her hangi bir konuya düşerse, gördüklerinize inanmamayı, duyduklarınıza kanmamayı öğrenmeniz ve bunu hiç unutmamanız gerekir. Hayır, böyle diyerek komplo teorileri kurmak gibi bir amacım yok. Yalnızca gerçeklerin ifade edildiklerinden ya da gösterildiklerinden daha değişik olabileceğinin altını çizmek istiyorum.
Gelelim konuya: Geçtiğimiz hafta Filistin Özerk Yönetimi Başkanı sıfatıyla Mahmut Abbas daha önce başlattığı girişimini ileri götürerek Filistin’i BM Genel Kurulunda ‘upgrade’ ettirdi, ve Hamas’ın Arap sokak ve meydanlarında ses getiren etkisine mukabele etmiş oldu. Elbette ki bu sonucun gündelik hayata yansıması en azından şu siyasi tabloda mümkün olamayacak. Ancak şu bir gerçek ki, eskilerin deyimi ile gayrı kabili rücu (geriye dönülemez) bir adım atıldı.
Atıldı atılmasına da, bu adım 55 yıl gecikme ile geldi. Oysa İngiliz Manda yönetimi altında yaşayan Araplar 1947 tarihli BM Taksim planını kabul etmiş olsalardı, Filistin bugün ‘gözlemci’ sıfatı ile değil ‘üye devlet’ sıfatı ile oturacaktı genel kurul sıralarında. Ancak o zamanın Arap liderleri Filistin halkına bunu fazla gördüler; duruma biraz da böyle bakmakta fayda var.
Arap milliyetçiliğinin kodunda İsrail devletini silmek var. Nitekim 1947 Taksim Planını reddedenlerin girişimi ile 1948’den 1973 yılına uzanan zaman diliminde, her biri ‘Yahudileri’ denize dökmeyi amaçlayan birçok savaş yapıldı. Bu savaşların İsrail’i nereye getirdiğini herkes tartışıyor da, Filistin halkını nereye getirdiğini kimseler sorgulamıyor. Son tahlilde, Filistin halkı, kendisi adına hareket etmiş olduğunu söyleyen Arap liderliğine dün hesap soramadığı gibi, bugün de soramıyor ne yazık ki. Bunun yerine İsrail, bu anın ana sebebi olarak, Filistin nefretinin mezesi yapılıyor.
Bir adım öteye gidecek olursak, uzun seneler boyunca Filistin halkının tek temsilcisi sıfatı ile taçlandırılmış Filistin Kurtuluş Örgütü’nün terörist eylemleri hafızalardadır. Uçak ve gemi kaçırmak, İsrail ve Yahudi hedeflerine kanlı saldırılarda bulunmak gibi sınır tanımayan birçok eylem, Filistin halkının sıkıntılarına çözüm olamamıştır. Elbette ki bunlar tarihte yerini almış ve şu andaki siyasi iklimde tartışılması gereksiz, her biri can yakan ayrıntılardır. Ancak siyaset kurucuların tarihe bakmaları ve kendilerinden önce gelenlerin yaptıkları hatalardan ders çıkarmaları gerekir diye düşünüyorum.
Bir adım daha ileri gidelim ve günümüze gelelim. BM Genel Kurulunda Filistin’in upgrade edilmesi bünyesinde acı bir ironiyi de içeriyor. El Fetih’i anladık: Mahmut Abbas’ın, yönetiminde, Batı Şeria’da hayata geçirmek azminde olduğu yenilikler ile böyle bir girişime imza atması, halkı için büyük bir sevinç ve gurur kaynağı… Peki, Hamas’ı bunun neresine monte etmek gerek? Daha birkaç gün öncesine dek İsrail ile roket alış verişinde bulunan Gazze’nin patronları, bu girişimi ne kadar destekliyorlar? Bir devlet yolunu kendilerine açmak için – birkaç yıl önce Gazze’den silme tokat kovdukları – El Fetih ile iş ve kader birliği yapacaklar mı? İsrail’i meşru bir devlet olarak tanıyıp onun imhası için çalışmaktan vaz geçecekler mi? Bu soruların cevabını emin olun bilen yok! Bunu bize tarih gösterecek desem belki basma kalıp bir laf etmiş olacağım, ama gerçek sanki böyle.
Ve son adım İsrail ile ilgili. Buradaki seçimlere iki aydan az bir süre kaldı ve ülkenin siyasi haritası yavaş yavaş belirlenmeye başlıyor. Başta Arap komşuları olmak üzere herkes bu haritayı iyi okumalı. Siyasi iklimin şiddetleneceği bir ortama girilecek İsrail’de. Şimdi Barış’çılarla yerleşimciler, laiklerle dindar muhafazakarlar kozlarını paylaşacaklar. Her durumda oy verenler ülkelerinin nereye gitmesini istediklerini hür ve özgür iradeleri ile belirleyecekler. Yeter ki oradan buradan gönderilen roketler oylara ipotek koymasın… Yeter ki barış kazansın.