Geçtiğimiz günlerde bir arkadaş toplantısında konu ‘komşularla ilişkilerden’ açıldığında, İran’a çok sık giden aramızdan biri çarpıcı bir tespitte bulundu. Buradaki 1979 devriminin Türkiye açısından çok şanslı bir dönemin başlangıcını gösterdiğini ifade etti ve dedi ki : “Eğer İran’da Şah yönetimi devam etmiş olsaydı Türkiye’nin bir bölge gücü olma yolundaki çabaları büyük sekteye uğrardı…”
Bu tespite katılırsınız ya da katılmazsınız… Ancak şu bir gerçek ki Osmanlı döneminden bu yana İran ile rekabet hiç bitmedi, usul usul devam etti, hatta zaman zaman hasmane boyutlara bile ulaştı diyebiliriz. Asya ile Avrupa’nın birleştiği bir noktada, Karadeniz havuzundan Doğu Akdeniz’e uzanan coğrafyada stratejik öneme sahip Türkiye ile petrol ve doğal gaz zengini İran’ın rekabeti, mezhep ayrılığı destekli bir bölgesel erk çatışması gibi duruyor bugünlerde.
Şah dönemindeki batı yanlısı dinamiğin kısa sürede İslam yaşam şekline dönüşmesi ile birlikte geleceğin İslam’la gelişebileceğini savunan siyasi hareketin, devrimi başta Türkiye olmak üzere uzanabileceği her noktaya taşıma hırsı, Tahran’ın son otuz küsur yılki politikasını özetler. Bugüne gelindiğinde, devrim ihracını başaramamış, kendi içinde sorunlu, Ortadoğu’da yer yer de olsa mevzi kaybetmiş, bazı söylemlerinde agresif, demokrasiden neredeyse tamamen uzaklaşmış bir İran görüyoruz. Nükleer program takıntısı yüzünden dünyadan dışlanmış, uygulanan ambargo neticesinde parası birkaç ay zarfında yüzde 60’lara varan bir oranda değer kaybetmiş, sosyal anlamda olsun siyasi anlamda olsun hep bastırılmış bir İran’dan söz ediyoruz.
Şimdi bu İran gelecek senenin ilk yarısında seçime gidiyor. Dini lider Ali Hamaney’in desteği ile iki dönem cumhurbaşkanlığı yapan Mahmut Ahmedinejad yerine kendisine yakın bir aday önermenin, dolayısı ile işlerin merkezinde kalmaya devam etmenin hesaplarını yapıyor. Ancak son zamanlardaki siyaseti ve ekonomi alanındaki başarısızlıkları yüzünden Hamaney ile arası açılmış durumda. Dolayısı ile onun getireceklerine pek şans tanınmıyor.
Her durumda, seçimlere katılacaklar dini liderden icazet almak zorunda. Bu Ayetullah Humeyni’nin en yakın çalışma arkadaşlarından Rafsancani için de öyle, seçimlere girmesi beklenen El Küdüs kuvvetleri komutanı General Kasım Süleymani için de… Rafsancani’nin yıldızı Ayetullah Humeyni’nin ölümünden sonra söndü… Muhtemelen Ayetullah Hamaney, onu kendisine rakip bildi : Bunun bir zamanlar böyle olduğu belliydi… Ayetullah Hamaney 2005 seçimlerinde aday olan Rafsancani’ye karşı Ahmedinejad’ı desteklemişti. Bunun şu anda da böyle olduğu belli, zira seçime 6 ay kala, hem oğlu hem de kızı rejim karşıtı söylemlerden dolayı, ‘6 ay’ ceza aldılar, tutuklandılar… Çocukları tutuklanmış bir baba kimliği ile Rafsancani’nin 2013 seçimlerinde nasıl bir yol takip edeceği pek bilinmiyor.
Süleymani ise, Devrim Muhafızları’nın en gözde birliğinin komutanı. 1979 yılından bu yana edindikleri siyasi kuvvet bir yana, toplumsal alanda halkı – en hafif deyimi ile – yönlendiren Devrim Muhafızları’nın politika bir yana ekonomide de ciddi kazanımlar edindikleri bir gerçek. Bir de geçtiğimiz seçim Ahmedinejad’a karşı yarışan, yenilikçi Musavi var ki, seçim sonrası gösterileri desteklediği gerekçesi ile halen ev hapsinde tutuluyor.
Seçime kim katılırsa katılsın, İran’ın dini lider tarafından yönlendirilen genel siyasetinde bir sapma olmayacaktır. Şu veya bu başkan adayının yöntemleri değişik olabilir, olacaktır da… Bu da doğal olarak gündelik uygulamalarda farklılıklar getirecektir. Ancak o kadar.
Örneğin, Türkiye ile İran ilişkileri Malatya’ya konuşlandırılan erken uyarı sistemi dolayısı ile Suriye’de ve Irak’ta değişik kampları desteklemeleri dolayısı ile son olarak da Patriot füzesavar bataryaları dolayısı ile son zamanlarda gerildi. Gerçi karşılıklı ziyaretlerde, objektiflerin karşısında yüzler gülüyor, ama durum pek de öyle değil. Bir yanda İran’dan doğal gaz almaya mahkûm bir Türkiye var, öte yanda ise ambargo kıskacında Türkiye’nin olası nefesine ihtiyacı olan bir İran. Bir yanda tercihlerini Sünni hassasiyeti ile oluşturan ve Suriye ile Irak’ta ona göre davranan Türkiye, öte yandan Şii eksenini garanti alma çabası içinde olan İran. Bu değişecek mi veya ne kadar ve nasıl değişecek?
Bir de İsrail ile İran var. Konuşmalarında defalarca İsrail’in meşruiyetini sorgulayan, Holokost’u bir mit olarak tanımlayan Ahmedinejad’ın İran’ı, dümene başka biri geçince bu söyleminden vaz geçecek mi? Bu retorik ile aynı paragraf içinde okunduğunda İsrail’i tedirgin eden nükleer macerasını, şeffaf, samimi bir şekilde dünya kamuoyu ile paylaşacak mı?
Listeyi uzatmak mümkün. Son tahlilde seçimlerin öncesi ve sonrası bu anlamda önemli. Bekleyip görmek gerek…