Agos’tan tanıyoruz Karin Karakaşlı’yı, ‘Üvercinka’sıdır Agos’un. “Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden / En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye” diyen Cemal Süreya’nın unutulmaz şiirini gazetedeki köşesine yakıştırmış şiirli öyküler anlatıcısıdır.
Agos’tan tanıyoruz Karin Karakaşlı’yı, ‘Üvercinka’sıdır Agos’un. “Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden / En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye” diyen Cemal Süreya’nın unutulmaz şiirini gazetedeki köşesine yakıştırmış şiirli öyküler anlatıcısıdır. ‘Her Kimsen Sana’ diyor şimdilerde Karin. “Acılarına yalan denilmişse”, o sensin işte, “meğer çoktan sökülmüşse içindeki palamar”, “gözün içinde zift sürmesi / saçın dibinde katran rüzgâr” varsa, o sen...
Türkleri-Ermenileri-Azerileri birleştiren nehre, ailemden bir tek dedemin can havliyle yüzüp karşı kıyısına geçerek hayata tutunmasına izin veren, bu yüzden adını oğluma verdiğim Aras’a bir taş atıyor şiirleriyle Karakaşlı. “Aras kıpkızıl kan akıyordu. Ama ailemizi öldüren Ermeniler değil, faşistlerdir. Faşistlerin milleti yoktur, onlar tek bir millettir” diye belletmişti öksüz yetim cumhuriyet çocuğu dedem, katillerini Moby Dick’leştiren bir Kaptan Ahab olmayı reddederek. Biz de bir ağızdan haykırdık: “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz.” Şiirin, adaletin taşıydı, bu toprakların kuş uçmaz kervan geçmez yollarında katledilen kardeşlerimizi düşünüp savurduğumuz. Dağlar taşlar biliyordu bu ülkenin tarihini, otlar böcekler biliyordu. Bizden gizleneni, üzeri örtüleni kuyular biliyordu, kuytular. Dedelerin-ninelerin çektiğini torunlar biliyordu. “Bazen yol seni yürür / bitmiyorsa, varmıyorsa / ölümdür” dizelerini okuduk şairin, “Taşın bildiğini saklayamazsın / bir yarıktan çatlar / hakikat / otların, meyvelerin örtemediği / bir delikten patlar” dizelerini. Her biri mikro devlet gibi düşünüp hareket eden, yüz binlerce ölüye bir çırpıda açıklamalar buluveren insanlar adına utandık, utandık.
“Kadını hep saçından vururlar / en çıplak yanından.” En çıplak yanından vurulan Eleni, ‘şanslı’ysa Elif olmuştur burda. Kimse gasp etmemiştir onların evlerini, hep başkasıdır bunu yapan, başkaları. Kimse öldürmemiştir onları, başkalarıdır katiller. Belki de Ermeni olmadıklarına içten içe şükrederek önlerinden geçip gitmiştir ailemizden birileri, onlar sürüklenip götürülürken. Yıllar sonra seçilmiş politikacılar “Ermeni dölü, Ermeni tohumu” diyerek birilerine ‘hakaret’ ettiğinde de belki en fazla yüzümüzü ekşitmişizdir. Şair, “Ölülerimle kaldım coğrafyamda / sen kendini inkâr ettin / resmi oldun hakikatinden boşaldıkça” derken, “Muhatabını arayan / biricik bir izdiham” yaşamaktadır derinlerinde. Kıymetli şeylere kalender edayla dokunup geçer. “Sokak arasından pat diye karşısına çıkan denize kalbi çarpar.” Ölümün kol gezdiği toprakların bir yerlerinde hayat suyu ararken “Herkes barksız yalnızlığında”, bunu bilir; “Kötülük biraz dışarda kalabilir / biraz uzağımızda”, bunu da. “Aşk dedikleri / tuzunu temiz tutmak”, bir bunu bilmesi yeter aslında. Çünkü şiirin o temiz kalmışlıktan, o bembeyaz sükûttan doğduğunu bilmektedir: “Ve susuveriyorsun sözsüz kaldığında / Öğelerine ayrılamıyor suskunluk / Dilbilgisiz şiirini bekliyor sadece / Genzinde akkor birikmiş / kalbinde kara delik / dilinin bilgisi seni terk etti / Mecbur, yazıdan önceki ilk sözü / söküyorsun dilinin ucundan, / kusar gibi.”
‘Her Kimsen Sana’ ile, yazıdan önceki ilk sözde, ilk çığlıkta, ilk haykırışta, bütün sesleri susturacak şiir ummanındayız. “Susmadan önce her sözü deniyor”, “Bilinmeyen bir küfür” arayarak taşıyor sorumluluğu şair. “Çünkü tüy, uçanın emaneti ona”, artık görünürde olmayan bir güvercinin emaneti. Levinas’ın “Ayrımcılığa uğrayan herkes Yahudidir” cümlesini hatırlayarak bizim Yahudilerimiz arasında saydığım Ermenilerden biri, ‘Çutag’ (Keman) müstear adıyla kitap eleştirileri ve makaleler yazarak başlamıştı macerasına. “Bir gece ansızın gelebiliriz” sloganları atanlar, bu khent (deli) çocuğu öldürdüler, kan gölünde boğmak istediler iyiyi, güzeli, namusluyu. İçinden çıktığımızı söyleyip aslında bir türlü içinden çıkamadığımız Osmanlı’nın onca sadrazamını neden idam ettiğini sorgulamayınca elbette başbakan asan Cumhuriyetimiz, aynı Osmanlı’nın 1915’ini merak etmediğimiz için “Dosyadaki adı Hrant değil Fırat’tı” diyebiliyor, sis perdesiyle örtebiliyor hakikatin üzerini.
Tüy gibi değil kuş gibi hafif olmak istiyorsak, sırtımıza yükleneceğiz sorumluluğu, “sırtlar gibi çocuklara dağıtılacak bir çuval portakalı.” Khent çocukların cadde ortasında boylu boyunca uzanan gövdelerini gazete parçalarıyla örtmek zorunda kalmamak, kendi çocuklarımızın yüzlerine bakabilmek için.
Kapıda ‘arbeit macht frei’ yazıyor. İçerde kemanlar kırılıyor oysa…