Bir takvim yılını daha geride bırakıyoruz.
Bu bir takvim yılı da olsa, doğum yıl dönümümüz de olsa “Ne kadar iyi bir yıl idi. Keşke yeni yıl da böylesine güzel geçse!” diyenimiz var mıdır acaba?
Yıl içinde birçok mutlu olaylar yaşamış, onlarca başarıya ulaşmış olsak da, yeni yıl için beklentilerimiz bir yıl öncesine göre hep daha yukarıdadır. Hep daha iyiyi bekleriz. Alman şair Schiller’in dediği gibi “Dünya yaşlanır, sonra yine gençleşir, insan daima daha iyiyi ümit eder ve bekler.”
İnsan hayatı sürekli bir bekleyişe benzer. Daha iyiyi ümit ettiren bir bekleme. Çocukken, genç olmayı bekleriz. Akşam olur, sabahı bekleriz. Hasta olur, iyileşmeyi bekleriz. Kış soğuk geçer, ilkbaharı bekleriz. Yaz sıcak, kurak olur, yağmuru, sonbaharı bekleriz. Sevdiğimiz birinin gelmesini bekleriz, aynı zamanda sevmediğimiz birinin de gitmesini!
Uçağa yetişmek için kan ter içinde havaalanına koşan ve orada saatlerce uçağın kalkmasını bekleyen insanlara benzeriz. Anlamsız bir telaş içinde boş yere yoruluruz. Bütün heyecanımız yollarda geçer. Gideceğimiz yere vardığımızda, dinlenemeyecek kadar yorgun, düşünemeyecek kadar bitkin ve özlediklerimizle hasret gideremeyecek kadar bıkkınızdır.
Neden? Çünkü beklemek denilen o güç sanatı bilmiyor ya da bilmemize rağmen uygulamıyoruz.
Biz insanların yaşamak için, yaşamdan zevk alabilmek için, bekleyecek bir şeye ihtiyacımız olduğunu, beklemenin bir ‘ümit ifadesi’ olduğunu unutuyoruz.
İlkokulda yaptığımız gibi, ıslak bir pamuğa bugün ektiğimiz kuru fasulyenin, üç gün sonra filizlenmesini istiyoruz. Filizi göremeyince “hayatta hiçbir şey yolunda gitmiyor” diye yakınıyoruz.
Kuru fasulye değil de, bir ‘Çin Bambu Ağacı’ tohumu ekmişçesine, bunu bir yaşam şekline, bir ‘bekleme sanatı’na dönüştürmeyi akıl edemiyoruz.
Çinliler bu ağacı nasıl yetiştirirmiş biliyor musunuz?
Önce ağacın tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenirmiş. Birinci yıl tohumda herhangi bir değişiklik olmazmış. Tohum ikinci yıl boyunca da sulanıp gübrelenirmiş. Bambu ağacı ikinci yıl da filiz vermezmiş. Üçüncü ve dördüncü yıllar boyunca aynı işlemler tekrarlanır, inatçı tohum bu yıllarda da toprağın dışına filiz vermezmiş. Çinliler büyük bir sabırla beşinci yıl da bambu tohumuna su ve gübre vermeye devam ederlermiş. Ve nihayet beşinci yılın sonlarına doğru bambu ağacı yeşermeye başlar ve altı hafta gibi kısa bir sürede yaklaşık 27 metrelik bir boya ulaşırmış.
Sizce bu ağaç altı haftada mı 27 metreye ulaştı?
Bu tohum, büyük bir sabır ve ısrarla beş yıl boyunca sulanıp gübrelenmeseydi ağacın büyümesinden hatta var olmasından söz edilebilir miydi?..
***
Ya bizim yeni yıl için beklentilerimiz?
Onları gerçekleştirmek için neler yapmayı planlıyoruz?
Çinlilerin yaptığı gibi, emek, sabır ve inancımızı bilgi ile harmanlayarak gelecek yıl için planlarımızı kararlılıkla uygulamaya ve asla pes etmemeye hazır mıyız?
Eski bir Kızılderili atasözü geldi aklıma.
Yollarım kapandıysa;
Ya kendime açık bir yol bulacağım,
Ya da yolumu baltam ile ben açacağım!
Peki, biz baltalarımızı en son ne zaman biledik?
Beklentilerimizi gerçekleştirmek için savaşmaya hazır mıyız?
“Siz kendinize inanın başkaları da size inanacaktır” der Tacitus.
Ya biz?
Kendimize inanıyor muyuz?
İçimizdeki inanç her türlü engeli yenecek kadar güçlü mü?
Evet mi?
Hadi daha yüksek sesle söyleyelim… Evet!... EVET… EVET!...
***
Hadi gel bakalım 2013…
Geleceğin varsa, göreceğin de var!