Yazmaya başladığımdan bu yana sıkça karşılaşırım. Yeni tanıştırıldığım ve deneme yazdığımı söylediğim bir insandan gördüğüm ilk tepki şöyle oluyor: “Nasıl yani?..”
Sonra o anlamsız sorunun içini doldurmaya çalışırlar: “Hangi konularda yazıyorsunuz?”
Belki yıllardır bu türde yazılar okuyup, adını koyamamış çoğu insana, verdiğim yanıtların yine yeterli olmadığını görüyorum. Denemelerim insan, yaşam, duygular, düşünceler üstüne ya da birçoğunda kendimi anlatıyorum desem, hiç de doyurucu olmayan bakışlarla anladıklarını söylüyorlar. Kimileri de bir yazımın konusundan yola çıkarak, tüm yazdıklarım için bir genelleme yapıyorlar.
Aslında bu türün başta gelen özelliği, özgünlüğünden kaynaklanıyor. Yazarın kendini odak noktasına koyarak geliştirdiği duygu ve düşüncelerini başkalarıyla paylaşarak, onların da kendilerini sorgulamasına olanak sağlamaktadır.
Gelelim bana yöneltilen asıl soruya:
Neden roman, öykü değil de deneme yazıyorum?
Hani elimden gelen budur, deyip soruyu savuşturmak var, ama konuyu biraz daha açmaya çalışayım:
- Öncelikle bir olay örgüsü yaratamadığım, bir öykü kurgulayamadığım için! Düşsel bir kahraman yaratamadığımdan, yazılarımda daha çok kendimi anlatıyorum. Bu yüzden başımdan geçmiş, yaşanmış, düşünülmüş, duyumsanmış konular, deneme türü yazılarımın çıkış noktasını oluşturuyorlar. Bir bakıma kendimi anlatmakla, sizi, onları da anlatmış oluyorum.
Denemenin isim babası olan Montaigne de, kitabının girişinde şunları söylüyor:
“Anlattığım hayat basit ve gösterişsiz; zararı yok. Bütün ahlak felsefesi sıradan ve kendi halinde bir hayata da girebilir, daha zengin, gösterişli bir hayata da: Her insanda, insanlığın bütün halleri vardır.”
İlginçtir, kendimden ağırlıklı olarak söz ettiğim denemelerimde, okuyanlardan daha yoğun, olumlu tepkiler gelmektedir. Gördüklerimin, düşündüklerimin, duyumsadıklarımın başkalarınca da yaşanmış olması, onları da konunun içine katmakta, kendilerini yeniden sorgulamaya olanak sağlamaktadır. Düş kırıklıklarım, hatalarım, umutlarım, sevgilerim, mutluluklarım ya da başarılarım… Kısacası beni ben yapan her şey, kendi penceresinden baktığında, mutlaka bir başkasını da ilgilendirmektedir. Ya benzer bir sevdaya düşmüş, benzer güçlüklerle karşılaşmış, benzer duyguları yaşamış, benzer insanları tanımış, benzer yerleri görmüş, benzer korkularla boğuşmuş, benzer başarılar elde etmiştir. Bunları bir denemecinin bakış açısıyla okuduğumuzda; düşünsel olarak paylaşıyor, bu duygularla özdeşleşiyor ve bu konularda yalnız olmadığımızı anladığımız anda yazarıyla yakınlaşıyoruz. Karşıt görüşte olduğumuz konularda bile bu sıcak ilişkiyi sürdürebiliyoruz.
Kendi payıma, bir deneme sınırları içinde dile getirdiklerimde, mutlaka benimle birlikte sevinenlerin, üzülenlerin, mutlu olanların bulunduğunu biliyorum. Bir tepki almasam bile onlarla ortak noktalarda buluşmanın, belki de sözcüklere sığınarak günah çıkarmanın keyfini yaşıyorum.