Mutlulukta nice yıllara

Köşe Yazısı
3 Ocak 2013 Perşembe

David OJALVO


‘Mutluluk’ üzerine sohbet ederken, dostum bana (muhtemelen bilindik) şu öyküyü aktardı:

Bir adamın, çok güzel bir atı varmış. At o kadar güzelmiş ki, şehrin prensi atı satın almak üzere, sahibine çok cömert tekliflerde bulunmuş. Tüm ahali, adama atı satmasını önermiş; ama sahibi atını vermemiş. Kısa bir süre sonra, bir sabah bakmışlar ki, at kaybolmuş. Ahali toplanmış ve adamı eleştirmiş, “Keşke satsaydın; şimdi hem atın kayboldu, hem de buna karşılık paran da yok.”

Kahramanımız ise, “Neden bunu kötü algılıyoruz? Hayırlısı, durun bakalım…” demiş.

Birkaç gün sonra görülmüş ki, at, bir yaban atı sürüsüyle birlikte ahırına geri dönmüş. Adam ve oğlu atları eğitmeye başlamışlar. Bu sefer de adamın oğlu attan düşüp, bacağını kötü bir şekilde kırmış. Ahali yine toplanmış, “Keşke atı satsaydın… Yaban cinslerle uğraşmak da zor, şimdi oğlun kim bilir ne zaman iyileşecek?” demişler.

Kahramanımız yine soğukkanlı kalarak, “Neden bunu kötü algılıyoruz? Hayırlısı, durun bakalım…” demiş.

Bir süre sonra prenslikten haber gelmiş. Savaş çıktığında, şehrin tüm genç erkekleri silâh altına alınmış. Cephede ölen çok olmuş; ama adamın oğlu savaşa katılamadığı için hayatta kalmış…

***

Bu hikâyeyi tebessümle dinledim. İçimden ‘tesadüfler’ ve ‘olasılıklar’ diye düşündüm; ardından da şu soruyu yönelttim.

“Ya adamın atı, o yaban sürüsüyle birlikte geri dönmeseydi; o zaman ne olurdu?”

Dostum da sorunun yanıtını merak etti. “Ne olurdu?”

“İşte” dedim. Bizim çağımızın öyküleri bu olasılık üzerine kurulu. Olumsuzluklarda her daim ‘bir hayırlısı’ deyip, kendini rahatlatabilir, kaderine güvenebilir insan; oysa talih neyi, nereye kadar karşılar ki? İyimserlik son derece değerli… Olumsuzluklara karşılık, iyimserlik bir düşünce tarzından öte, davranış biçimi olarak hayatımızda etkin kalabilir mi?

***

2013 yılına girdik. Yeni yıl, bir kez daha ‘yeni umutları’ hatırlatıyor. Yaşam, özünde süreklilik arz eder ve takvimleri, yaşları göz önünde bulundurarak, dilimlere bölüyoruz. Bir dilime 2012 dedik, şimdi 2013’teyiz. Bu dönüm noktasında, “Neredeydim?” ve “Nereye gidiyorum?” soruları ağırlık kazanıyor. Düşünceleri şekillendirebiliyorsak ne mutlu… Kimi duygular ve özlemler ise, zaman ve sınır tanımıyor.

Kimi kelimeler vardır ki, varoluşun ta kendisiyle özdeştir sanırım. Mutluluk, aşk, sevgi onlardan birkaçı… Bu kelimelerden hareketle hâlâ şarkılar, şiirler, öyküler, kitaplar yazılıyor, resimler çiziliyor, filmler çekiliyor. Doğal olan da bu… Günlerin akışında, yeniden döner durur, konuşur, tartışırız bu kavramları; çünkü hayat bir kereye mahsus. Çünkü her birey, ayrı deneyimler ve ayrı anlatmak ister. Çünkü belki de ‘yaşanılan’ duyguları bir noktadan sonra anlatmak mümkün değildir; kelimeler ve dil yetmez. Paylaşımlarımızda paralellikler yakalarız; ama özünde her birey kendi dünyasını, kendi çatısını kurmaz mı? Bu nedenlerden ötürü, mutluluk ve diğer duygularımıza dair sohbetler hiç bitmeyecek… İyi ki de böyle!

Düşüncelerin zaman içinde değişme hakkı baki. 2013 itibariyle, mutluluğu biraz da ‘farkındalıklar’ olarak görüyorum. İnsanın kendi üzerine düşünmesi ve çevresini gözlemlemesinin yıpratıcı bir yönü var mıdır? Vardır. Bazen keyif ve neşe kaçmaz mı? Kaçar… Uzun vadede ‘farkındalıklar’ insanın içindeki ‘yaşsız ve zamansız beni’ açığa çıkartabilir. Böylelikle kalbin sesi, baş koyulacak yolu gösterir ve yürüyebilir, koşabilirsiniz. Mutluluk artık ne yolun solunda varılacak hedeftir, ne de yürünen yoldur. Mutluluk, ‘farkındalıkla’ doğan aydınlığın ta kendisidir.

“Nice mutlu yıllara” ve daha fazlasıyla, “Mutlulukta nice yıllara…”