Çok eski bir Hint masalı büyük ama akılsız bir kraldan söz eder. Bu kral, daha ayakkabının bilinmediği o dönemde, yürüdüğünde pürüzlü olan yer tabanının ayağını sürekli incitmesinden yakınmaktaymış. Buna bir çözüm bulmak üzere düşünmüş, sonunda ayak basacağı her yerin sığır derisiyle döşenmesini emretmiş. Bunu duyan saray soytarısı bir yandan gülüyor, bir yandan da “Bu ne biçim saçmalık!” diyormuş.
Bu sözler kralın kulağına gidince çok öfkelenmiş, soytarıyı huzuruna çağırtmış. Tüm öfkesiyle,
-Bana, söylediğimden daha iyi bir seçenek bulamazsan boynun gider, demiş. Bunun üzerine soytarı, her yeri deriyle kaplamak yerine yalnızca kralın ayaklarına sığır derisinden küçük tabanlar kestirtip kullanmasını önermiş. Masala göre, ayakkabının ilk örnekleri olan sandaletler de böyle bulunmuş oldu.
Bu masalı neden anlattım?
Ayakkabının nasıl bulunduğu, zaman içinde nasıl bir gelişim gösterdiği ya da bu konuyla ilgili söylenceler mutlaka ilgimizi çekecektir; ama tümü bir yana... Sözü, masaldaki kralın yaklaşımına getirmek istiyorum:
Kral, hiç kuşku yok ki yalnızca bir simge... Gücü temsil eden, her sözü bir yasadan daha çok etkili olan, tüm topluma egemen tek insan!
Günümüze gelecek olursak...
Bu kral gibi gerek iktidarı, gerekse maddesel gücü elinde bulunduranlar, farklı sıfat ve konumlarıyla her yerde karşımıza çıkıyorlar. Ad vermenin, onları tanımlamanın gereği yok; bu insanları yakın çevremizde olduğu kadar, iş ve siyasetin farklı düzeylerinde, belirli bir inancın temsilcilerinde her zaman görüyoruz. Bizi rahatsız eden şu oluyor: Bu insanlar, bulundukları konumlarından dolayı nedense kendilerini herkesten daha akıllı, daha bilgili sanmaya başlıyorlar. Biricik doğruyu, kendi söylediklerinde ve yaptıklarında görüyor, farklı düşünenleri yeri geldiğinde dışlıyorlar. Sonradan elde edilen ve sindirilememiş bir varsıllık, nasılsa kazanılmış bir mevki, kimi zaman o kişinin gerçek yüzünü ortaya koymakla birlikte, gücün verdiği akıl dışı uygulamalarına da tanık oluyoruz.
Çok uzağa gitmemize gerek yok. Çevremizi gözlemleyerek, gazeteleri okuyarak, televizyon programlarını izleyerek, yakalayacağınız insan portrelerinden ne söylemek istediğimi rahatlıkla anlayacaksınız.
Bir başka açıdan bakacak olursak...
Gücünün kaynağını ister iktidardan isterse servetinden almış olsunlar, bu insanlar kadar onlara maddesel ya da tinsel destek verenlerin, bir başka deyişle güçlerine güç katanların içtenlikleri, beni her zaman düşündürmüştür. Bir beklenti, bir çıkar kokusu her nedense burnumun direğini sızlatır. Güçlüler, ancak güçlü oldukları sürece, bu insanlar onların yanlarında yer alırlar. Bu güçlerini yitirdikleri anda, yüze takılan maskelerin atıldığını, gerçeğin ortaya çıktığını görebiliyoruz. Gerçek dostluğu da, bir desteğe gereksinimimizin olduğu en güçsüz anlarda tanımış oluyoruz.
Kıyaslamaya bile gerek yok:
Soytarı diye nitelendirdiğimiz kimi insanlar, her zaman dalkavuklardan daha içten, daha gerçekçi olabiliyorlar!