Deminden beri seyrediyorum, yayılmışın öööle koltuğa, elinde Ayfon sürekli “tık tık tık” Güya sosyalleşiyorsun. Bi bırak yaaa, bi kurtul şu telefondan, az bi kenara kaykıl, şööle yanına ilişivereyim, sana anlatacaklarım var, iyi dinle;
“Devletin ödüyormuş gibi yaptığı, insanların da çalışıyormuş gibi yaptığı, her iki tarafın da bu gerçeği bildiği ‘Küba’dayız”. Tüm ülkeyi ‘holi-vud’ u kıskandıracak yaşayan bir dekor kaplamış: 1950’ler – 60’lar… Binalar, arabalar, dükkânlar ve hatta insanlar. Zaman 1960 larda donmuş öylece kalmış. Başrollerde (bazıları artık efsane olsa da) ‘Fidel, Çe ve Raul’ çekilmekte olan bölüm 2704. Seyirciler yorgun, oyuncular yorgun, zaten pek reytingi de kalmamış… Gidişata bakacak olursan, yakında kaldırırlarmış yayından; değişim rüzgarları böyle diyormuş.
İşte böyle hissettim, komünist düzenin son kalelerinden olan Küba ya girişimde. Genelde gelenektir; hava alanından şehre varana kadar otobüsün içinden ‘siti tur / sayd sii-ing’ yapılır. İstesen de istemesen de ‘damardan’. Sen onca saat süren uçak yorgunluğundan sersemlemiş olsan da rehber sürekli konuşur, “on your left sayd yu ken sii the monument of Çe”, “on yor rayt sayd is the hospital of Fidel”. İlk lokantamıza oturduğumda, lokantamızın şanslı 60’lı yılların yapılarından olduğunu fark ettim. Hükümetten ödenek çıktıkça onarılmış, boyanmış yaşamaya devam ediyor. Bazı binalar bu kadar şanslı değil, bakımsız geçen yıllar, acımasız zaman çökertmiş ama ayakta duran güzelim dış duvarları, geçmiş ihtişamlı günleri hakkında ipuçları veriyor bizlere… Küba da çatır çatır İspanyolca konuşlanılırsınız, tabiiki biliyorsanız. Peki Ladino? Keşke daha çok öğrenmeye çalışaydık büyük nesillerimizden; öğrendiğin kırıntılarla rahatlıkla anlaşabiliyorsun. Ama benim gibi, dostum “Herry Pottır” gibi Ladino bilmeyenler, için geçerli lisan asla Amerikalıların konuştuğu lisan değil. Neden? Çünkü teorik olarak Amerika ile hiç bir alışverişleri yok. “Lisan bile”. Ancak artan turizm karsısında buna bir çare bulmuşlar. İngilizlerin konuştuğu lisanı konuşmalarında bir sakınca yok. Zaten Amerikan mallarının ‘gerekli’ olanları da Meksika üzerinden ülkeye bir şekilde giriyor.
Peki, bunca yıl içine kapalı ve komünist düzenle yaşamış bir ülke neden dışarıya açılmış? İşte burası biraz dramatik; büyük abi, daha doğrusu ‘Küba’ nın’ varlığının sebebi olan Sovyet Rusya dağılınca, eskiden gelsin petrol dediğinde tankerler ile petrol yığılan limanlar boş kalmış. Sovyet abinin varlığında; abi biraz sıkıştım da bu sene maaşları sen ödesen, şeklindeki ‘destekler’ veya; aaaaa demir bitmiş!!! Gördün mü olanı? Abicim bu aralar elim biraz sıkışık bi gemi dolusu rica etsem, bi ara geri veririm, şeklinde al - gülüm ver gülüm daha doğrusu sadece al gülüm sistemi çökünce, kalmışlar ‘kon los mokos’… Para yok, pul yok, ekonomi yok, bir süre sonra “yemek yok! yemek !” isyanına doğru gitmeye başlamış. Önceleri yasak olan özel bahçe kurma ve sebze meyve yetiştirme yasağı gevşer gevşemez, arka bahçeler, çatılar, balkonlar bulunan her yer ‘ihtiyaç’ kurulan bostanlara dönmüş… Yasal veya değil bir miktarı da ‘devlet’e ait olmayan pazarlarda satılmaya başlanmış. Benim memurum işini bilir hesabı. Tabii ki bu yetmemiş bakmışlar para yok pul yok… Demişler ki turist gelsin… Turist öyle gel deyince gelmiyor ki, otel lazım, otobüs lazım, lokanta lazım “adı lazım değil her çeşit yemeklerden lazım” başlamışlar yavaş yavaş otellere yabancı ortaklar alınmaya, oteller adam edilmiş, devlet lokantalarının yanında daha lüks hizmet veren kişilerin sahip olduğu lokantalara izin verilmeye başlanmış. Çin malı yeni otobüsler hizmete alınmaya başlanmış devlete ait arabalar, hani çocukluğumuzda Teşvikiye Camii’nin yanından kalkan Nişantaşı Karaköy arasında çalışan ve 6 kişi alacak şekilde uzatılmış Amerikan ‘buik’ ler ‘impala’lar ‘şevrole’ ler ‘doç’ lar adam edilmeye başlanmış. ( gerekli parçalar Meksika’dan ( Amerika’dan ) alınmış) bunlar şov amaçlı turist taksileri olmuş. Şoförleri devlet memuru. Çok ama çok eski olmalarına rağmen son derece bakımlı, cilalı, pırıl pırıl turistik bir hale getirilmiş. Söylemedi demeyin; devletin verdiği benzin ve devlet tarifesi bedeli ile yıllara meydan okumaya devam eden bu 1950 lerin 60 ların üstü açık Amerikan arabaları ile şehir turu yapmayan bunların yanında, içinde veya yakınında fotograf çektirmeyen kesinlikle Küba’ya gelmiş ise bile gelmemiş sayılıyor. Sebeb-i hayatım genelde “bi fotonaf çekilebilir miyiz” olgusuna sıcak bakmaz. Ama ben sebeb-i hayatım ile birlikte gelecek nesillerin, bir dolabın dibinde bulup da, “bunlar da ne kuru kalabalık yahu, tozlanmış eski fotolar kim bilir kimden kaldılar, atalım gitsin” diyecekleri kadar çok hatıra fotosu ile döndüm. 83 yaş bar mitsva törenimde barkovizyon gösteriminde gösterilecek olan; Eyfel’e de gittim, Venedik’e de gittim, hemi de Rio ya da gittim, üstüne Disneyland’a da gittim fotolarının yanında ‘Küba’ya da gittim dedirtecek bir sürü foto hazır. Aklınızda bulunsun.
Şimdi bak sevgili okuyucum, ben burada bitirmek zorundayım, neden; editör ablam öyle diyo, çünkü fazlası; uzun oluyormuş, hâlbuki ben daha yeni başlamıştım. Daha kahvemizi bile bitirmedik. Neyse yapılacak bir şey yok. Ben şimdi kalkıyorum, yakında yine gelir, devamını anlatırım. Bu arada sen de telefon ile “tıkı tık tık” mesajlaşmanın dışında yapacak ilginç bir şeyler bulursun umarım.
Yukarda bahsi geçen “Henry Pottır” i mı merak ettiniz değil mi? İnanın bende ettim şimdi… Ne ola ki acaba? Herry Pottır ve huan karamela maceraları, azzz sonra…
Sevgiyle kalın.