Feryatsız duy beni! Yazının başlığı ve devamı sizin için bir şey ifade ediyor mu, sevgili okurlar? Arabesk bir şarkının sözleri. Evet, kötü huylarımın listesine bir madde daha ekliyor ve itiraf ediyorum: Ben bir hainim çünkü dinlediğim müzik türleri arasına arabesk de giriyor. Belki klasik arabesk desem daha iyi olur. Fazıl Say da dinlerim gerçi. Ayrıca pop, hard ve senfonik rock, metal, folklorik, etnik, klasik, barok, arkaik, caz... Yeter ki birazcık melodik olsun. Ama farklı bir tür olarak atonal müzik de dinleyebilirim.
Daha yazının girişinde konudan saparsam, beni kim toparlar? İş başa düşüyor tabii. “Feryada gücüm yok, feryatsız duy beni” sözleri, bana göre yalvarışın en güzel şeklidir. Bazen kendimizi öyle yorgun, bitmiş ve çaresiz hissederiz ki, hareketlerimizle hep belli etmesek de, bir şekilde şöyle deriz: “Bana bakın, yardıma ihtiyacım var ama yardım dilenecek gücüm yok!” Birinin sessiz feryadımızı duyup yardıma koşmasını isteriz. O ‘biri’ yakın çevremizden bir kişi olabileceği gibi, hiç ya da çok az tanımadığımız ancak bir süreliğine ‘melek rolüne girmiş’ biri de olabilir.
Dilerseniz geçmişe dönüp bir bakın. Zordasınız. Aniden yanınızda ‘biri’ bitiyor ve her işinize koşuyor. Bu ‘biri’, bir taksi şoförü bile olabiliyor. Sonra kötü olan ne varsa geride kalıyor, feraha çıkıyorsunuz ve ‘melek’ bellediğiniz kişi ortadan kayboluyor. Ona bir daha hiç rastlamıyorsunuz. Tekrar zora düştüğünüzde, başka bir ‘melek’ beliriyor, görevini yapıyor ve yine yok oluyor.
Son zamanlarda melekler hakkında çeşitli kitaplar yazılıyor. Hepimizin koruyucu melekleri var elbet ama onlar bizim çağırmamızla gelmez. Melekler, Tanrı’nın emrindedir. ‘O’ ne derse, onu yaparlar. Özgür iradeleri yoktur. Bu yüzden kötünün ne olduğunu bilmezler. Bilmedikleri için de, bizim kötü durumda olduğumuzu anlayamazlar. Tanrı “yardım et” diye buyurur, onlar da yardım eder.
Tanrı’ya isyan ettiğiniz olur mu hiç? Neden? Diye sorar mısınız? Neden ben? Neden şimdi? Ben ne günah işledim ki, beni böyle cezalandırıyorsun? Por ke pekados? derdi büyüklerimiz. Çilem ne zaman dolacak? Ben hiç rahat edemeyecek miyim? Mizah yönümüz kuvvetlidir ya, “para kualo se kere?” derdi yine büyüklerimiz. Huzura ne gerek var? A la otra vinida. Bir dahaki gelişimize. Reenkarnasyona inanırlardı yani. Bu sefer olmadıysa, bir dahaki sefere olur. Mira çadir mavi ke ay en los siyelos. Gökyüzündeki mavi çadıra baksana! Mavi çadıra mı, neden? Çünkü orada Tanrı var. Evrenin Efendisi O’dur. O’nun her şeye gücü yeter. Yapamayacağı yoktur. Her şeyi bilir. İnsanoğlunun düşüncelerini, niyetini bile. O, aynı anda her yerdedir. O’nun için zaman yoktur. Zaman, bizim bazı olayları kısıtlı zekâmızla sıralandırıp anlayabilmemiz için yaratılmıştır. İyileşmesi haftalarca sürecek olan bir hastalık, Tanrı isterse, bir anda iyileşebilir. Tanrı istemiyorsa, hiçbirimizin parmağı bile kanamaz. Kanıyorsa, demek ki hak ettik... Hop, burada duralım işte. Bunu demek hiçbirimizin harcı değil. Neyi hak edip, neyi hak etmediğimizi biz bilemeyiz. Öyle bir varsayımda bulunmak günahtır.
Birinin başına kötü bir şey gelince, aklımıza ilk gelen, o kötü duruma düşmeyi hak edecek ne yaptığıdır. Hemen savcı rolünü üstlenir, belleğimizi karıştırmaya, anılarımızı hallaç pamuğu gibi atmaya koyulur, yapmış olabileceği kötülükleri bulmaya çalışırız: Ortağını kazıkladı, komşusunun hakkını yedi, çok bencildir, paylaşmasını hiç bilmez, çocuklarına doğru dürüst terbiye vermedi. Ve hem çok yanılır, hem de çok yanlış yaparız. Birincisi haddimizi aşarız, ikincisi ise, hangi sevabın hangi günahı götüreceğini bilmeyiz (üç yanlış bir doğruyu götürür gibi).
Neden böyle yaparız, hiç düşündünüz mü? Aynı kötü durumun bizim başımıza niye gelmeyeceği konusunda bir kanıt aramak için. Ciğerleri hastalandı çünkü sigara içerdi. Sen içmiyorsun, o halde senin ciğerlerin hastalanmayacak. Yok öyle bir garanti. Servetini kaybetti çünkü anne babasına iyi bakmadı. Sen anne babanı el üstünde tutuyorsun, o halde malın mülkün emniyette...
Kabul etmeliyiz ki, Tanrı’nın işine bizim küçücük aklımız yetmez. Biz kocaman bir resmin sadece bir ucunun milyonda birinin bir kısmını görüyoruz. Bu daracık bakış açımızla, hiçbir konuda fikir yürütemeyiz. Kendimize düşeni doğru yapalım, gerisine karışmayalım. Elimizden başkası gelmez çünkü.
Peki, Tanrı’ya isyan konusu ne oldu? Tanrı’ya isyan etme, günahtır diyecekleriniz olacaktır kuşkusuz. Oysa Tanrı’ya (terbiyeli bir şekilde) isyan etmek, O’nun varlığını, her ‘şeyin’ müsebbibi olduğunu ve istediği takdirde o ‘şeylerin’ olmasını engelleyebileceğini koşulsuz kabul etmektir. Tanrı’ya isyan, tam bir inançtır. Şimdi sizi isyana teşvik ettiğimi sanacaksınız. Hâşâ, yok öyle bir şey. Ama inandığımız Tanrı, bizim cılız isyanımızla baş eder. Anlayışlı bir anne ya da baba gibi çok yukarıdan bize gülümseyerek bakar ve hep affeder. Yeter ki sınırı aşmayalım, yani soru sormakla yetinelim ve gerektiğinde pişman olmayı bilelim.