Doğru mekân, doğru zaman ve Şeli Ko

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
30 Ocak 2013 Çarşamba

Oldum olası ‘yön’ kavramı bende hiç gelişmemiştir; yıllardır Kapalıçarşı’ya hep aynı kapıdan girerim. Bellediğim birkaç dükkâna bakarak yolumu bulurum. Farklı bir yere uğrayacaksam da son girdiğim dükkândaki çırağa sorarım. Delikanlı anlatır da anlatır. Kımıldamadığımı görünce, “Gel teyze götüreyim” der…

***

Hiç araba kullanmadım. Bundan birkaç sene öncesine kadar da eksikliğini duymadım. Şimdi ise özgürlüğüm kısıtlanmış veya hep birine bağımlı olma duygusu ağır basıyor. Ya da inşallah hiç gerekmez ama bir rahatsızlık anında, bin arabaya gerekli yere ulaş hissi… Öte yandan, aynı benim gibi araba kullanmayan dostlarımı izliyor, gıpta ediyorum. Neden mi? Bey direksiyon kullanıyor, ama gidilecek yolu tarif eden yan koltukta oturan eşi! Anlaşılan olay biraz tembellikten, biraz da dikkatini yoğunlaştırmamaktan kaynaklanıyor.

***

Galatasaray Üniversitesi’nde çıkan yangını televizyondan izledim. Yüreğim parçalandı. Nedense ilk empati kurduğum, birkaç yıl önce rahmetli Prof. Selim Kaneti’ye ait 4000 kitabın ailesi tarafından üniversiteye bağışlanması oldu. Diğerlerinin yanı sıra onca hukuk kitabına bir zarar gelmiş miydi? Yanıtını az önce aldım. Bağışlanan kitaplar başka bir kütüphaneye nakledildiklerinden hasar görmemişler. Sabotaj akıllardan geçmedi değil! Nitekim Prof. İlber Ortaylı, Milliyet Pazar’da konuyla ilgili yazısında, “Her yerde otel görme histeryasından kurtulmalıyız” diyor.

***

Otel demişken, bir müddet önce, Şişli’nin arkalarında X Oteli’n arkalarında bir dükkân arıyorum. Malum ‘yön’ kavramı dolayısıyla, eşimden gelmesini rica ettim. Neyse bulduk, işimizi hallettik. Çıkarken tam karşımda Addres İstanbul’u gördüm. Gelmişken içeri girdik. Gitmeyenler için kısa bir referans: Addres İstanbul ev dekorasyonu ile ilgili en son trendleri yakalamış bir merkez. Mekan pırıl pırıl, vitrinler ‘ben buradayım’ diyor. Ama etrafta bir kul yok. ‘Ölü Ozanlar Derneği’ sanki.

Gezdik; sonra cafe’sinde oturduk. Bizden başka iki kişi daha vardı. Kahvemizi içtik, çıktık.

Mekâna ikinci gidişim, resimlerini Şeli Ko olarak imzalayan sevgili dostum Şeli Kohen’in sergisini onurlandırmak içindi. Şeli’nin çalıştığı ebatlar giderek büyüyor. Artık geri dönüş yapabileceğini sanmıyorum. Naçizane fikrim, tuvallerin kiminde J. Pollock, kiminde Jale Yılmabaşar dokunuşları hissettim. ‘Siyah-kırmızı’ serisi çok güçlü; evden ziyade bir ofis duvarlarında kendini bulacak. Yuvarlak formdaki tablolar sanatçının hangi ruh halinde yapılmışlar bilemiyorum, ama izleyene huzur veriyor. İznik çinilerini andıran turkuaz-siyah Mevlana tablosunu sakın kaçırmayın, zira ayrı bir köşede duruyor.

Ayaküstü tanıdıklarla sohbet ederken, serginin açılmasına ön ayak olan Nadine Perahya’ya “Mekân normalde ne kadar sessiz” deyince, “Burası farklı bir konsept. Bir AVM gibi düşünme. Mimar müşterisiyle gelir, karar verirler, çıkarlar” yorumunu getirdi.

Addres İstanbul, (A+) alıcı kitlesine hitap ediyor. Şeli Kohen’in resimleri de doğru mekanda, doğru zamanda yerini bulmuş. Mekânın ileri görüşlü Sanat Yönetmeni Atilla Sağır’ın da önerisiyle sergi 3 Şubat’a kadar uzatıldı. Kaçırmamanızı tavsiye edirim.