Onbeş gün evvelki yazımda bahsettiğim Raphael’in, ünlü filozoflar ve düşünürleri bir araya getiren ‘Atina Okulu’ freskini hatırlıyor musunuz? Yukarıdaki başlığın solunda ve sağındaki iki grup, bu tablonun sol üst ve alt köşelerinde bulunur. Bu gruplardaki iki kişinin ‘Atina Okulu’ freskinde yer almaları bana göre özellikle ilginç ve heyecan vericidir.
Soldaki grupta, zırhlı şahıs, Büyük İskender ve sağdaki beyaz sarıklı kişi ise İbn-i Rüşd. Günümüzde çok yaygın kullanılan bir deyimle, “kel alaka”?
M.Ö. 356 senesinde Makedonya’da doğan Büyük İskender, malumunuz olduğu üzere dünya tarihinde, bilinen en büyük siyasi ve askeri dehalarından biridir. M.S. 1126 senesinde Cordoba’da doğan İbn-i Rüşd ise (Avrupa’da Avarroes olarak tanınır) yalnız İslam dünyasının değil, düşünce tarihinin en ünlü filozofları ve bilim adamları arasında yer alır ve İskender ile aralarında yaklaşık 1500 yıllık bir zaman aralığı vardır.
Büyük İskender, kendisini yarı Tanrı hatta Tanrı’nın oğlu ilan etmeye kadar varan, pagan (çok Tanrılı), muhteris, sert mizaçlı bir kişi; İbn-i Rüşd, derin tevazuu, alçak gönüllülüğü, konukseverliği ve tabiatıyla engin bilgi ve görüşleriyle tüm çevresinin hayranlığını ve takdirini çekmiş bir Müslüman. İlk bakışta pek uyumlu görünmeyen bu iki kişiyi Raphael niçin aynı tapınağın içine, yani hür düşünce okulunun içine yerleştirdi?
Şu bir gerçektir ki, Makedonya’dan Hindikuş dağlarına kadar yayılan geniş bir coğrafyayı fethetmiş, fiilen yönetmiş ve bu serüvenini on yıl içinde tamamlamış olan İskender, sadece üstün cesareti, fetihleri ve stratejideki gücü ile anılmıyor. Onu sonsuza kadar yaşatacak husus, en geniş anlamıyla medeniyetin gelişmesine yaptığı muazzam katkılarıdır.
Hâkimiyeti altına aldığı tüm ülkelerde kendi adına şehirler kurar. Adeta birer kültür ve düşünce merkezleri, ilim yuvalarına dönüşen bu şehirler tüm Akdeniz havzasına ve Ortadoğu’ya asırlar boyunca ışık saçmışlardır. İskender’in, hocası Aristo’nun ideallerini gerçekleştirmek bir yana, onun hayallerini aştığını dahi söyleyebiliriz: bu genç imparator (33 yaşında ölecektir) kendi coğrafyasında gerçek barışın sağlanmasını ve medeniyetin ilerlemesini ister. Zamanın, Helen, Pers ve Mısır kültür ve medeniyetlerini, dini görüşlerini kaynaştırmak gerektiğine kesinlikle inanmıştı. (O kadar ki tüm komutan ve askerlerini Pers kızlarıyla evlenmelerini teşvik etmiş, onlar için muhteşem düğünler tertiplemiş ve kendisi de bir Pers prensesi ile evlenmiştir.)
Kurduğu şehirlerarasında en ünlüsü Mısır’daki İskenderiye’dir. Bu şehri gerçek anlamda tüm kültürlerin kaynaştığı bir mekân haline getirmiş ve açılan okullarda her türlü görüş, inanış ve eğilimlerinin serbestçe tartışılması, konuşulması ve araştırılmasının temellerini atmıştır. Öldüğünde imparatorluğu üç generali arasında bölünmüştü ve bu generaller onun izinden giderek İskenderiye’de zamanın en büyük kütüphanesinin kurulmasına önayak olmuşlardır.
Asırlarca varlığını sürdürecek bu muhteşem ‘İlim Tapınağı’ olan İskenderiye Kütüphanesi maalesef Romalılar zamanındaki korkunç yangından başlayarak, bazı kaynaklara göre M.S. 4. asra kadar süren siyasi çekişmelere, sosyal çalkantılara ve dini fanatizme kurban edilerek, yavaş yavaş yeryüzünden silinmiştir. Karanlık çağlar, belki de, bu mabedin kaybedilmesiyle başlatılabilir.
Özetle, hemen hemen tüm tarihçiler Aristo’nun talebesi İskender’i şu şekilde değerlendirirler: “10 yıl süren kısa iktidarından sonra, artık dünyanın çehresi sosyal ve siyasi bakımdan tamamen değişmiş, yepyeni düşünce tarzları ve farklı inanç ve düşüncelerin birleşmesinden doğan felsefi ve dini görüşleri yaratmıştır.(1)”
1500 yıl sonra:
İbn-i Rüşd, 12. asrın başında, inanılmaz güzellikteki bir kent’te “bilinen dünyanın incisi” şeklinde tanımlanan, Endülüs’ün Cordoba kentinde yaşamış, ve başta da ifade ettiğim gibi, İslam dünyasının en büyük âlimlerinden biridir. Felsefe, astronomi, mantık ve İslam hukuku üzerinde 67 eser bırakmıştır. Bu eserleri ile tüm Avrupa’da geniş etkiler bırakacak, asırlar boyunca Avrupa’nın bilim dünyasını yönlendirecektir.
İbn-i Rüşd, aynı zamanda, tüm Batı dünyasına Aristo’yu yeniden kazandırmasıyla da ünlenmiştir. Yalnız kazandırmakla kalmamış, Aristo’nun eserlerine yorumlarını da katarak, çok daha derin bir bakış açısı getirmiştir. Bu yorumlar sayesinde Batı, Aristo ve diğer Yunan düşünürlerini yeniden tanımıştır. “Sadece Venedik’te, Aristo’nun “Edito Princeps” adlı eseri, İbn-i Rüşd’ün yorumlarıyla birlikte, tam 50 kere basılmıştır”.
(Yahudi felsefesi de İbn-i Rüşd’ün etkisi altında kalmıştır… Bu da başka bir araştırma konusuna girer.)
İbn-i Rüşd laiklik prensibinin batıda tanıtılmasına öncülük etmiştir. “Din ve devlet işlerinin ayrılması iktidarların uyması gerekli en önemli kaidelerinden biridir”. “Kadın erkek eşitliği her sahada mutlaktır. Barışta ve savaşta, kadınlar en az erkekler kadar sivrilme kabiliyetine sahiptirler”(2)
Kader mi tesadüf mü, bilinmez: tıpkı İskenderiye’deki kütüphane gibi, hem İbn-i Rüşd’ün hem Cordoba kütüphaneleri de, aynı dini fanatizmin kurbanı olmuşlar ve yakılarak önemli kısmı imha edilmişlerdir. Tıpkı Atina hür düşünce okulundaki filozoflar gibi İbn-Rüşd de halife tarafından sürgüne gönderilmiştir.
İşte, genç deha, büyük sanatkâr Raphael, İskender’i, çok büyük bir ilim akımını başlatmasından dolayı, İbn-i Rüşd’ü ise, bu devasa akımı, hapsedildiği yerden ve karanlık örtülerin altından kurtararak insanlığa kazandırdığı için, her ikisini, ‘Atina Okulu’ nun çatısı altında toplamıştır. Bu suretle, hür düşüncenin asla engellenemeyeceğini vurgulayarak Büyük İskender’e ve İbn-i Rüşd’e vefa borcunu ödemek istemiştir.
(1) Prof. Émeritus Claude Mossé: ALEXANDRE, la destinée d’un mythe (2001 payot)
(2) Jamil Ahmad: “The Hundred Great Muslims”
Bu vesile ile üniversite yıllarımda, bizlere, büyük İslam düşünürlerini tanıtan, öğreten ve sevdiren, kıymetli hocamız Ord. Prof. Dr. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nu, hürmet ve rahmetle anıyorum.