Galatasaray Üniversitesi yanınca İlber Ortaylı’nın bir demecine şahit oldum. Şehrin elitlerinin yorumlarına kızgındı. Çok değerli topraklarda okul, kışla gibi binalar olmasının gereksiz olduğundan bahsedildiğinde şaşırıyordu. Ona göre İstanbul gibi eski büyük bir devletin merkezi olan köklü bir şehirde deniz kenarında okul da kışla da yalılar da bulunması doğaldı. Her yerde otel görme histeryasından kurtulmak gerektiğini söylüyordu… İstanbul’da eski eserlerin yanması durmak bilmiyor ve en fenası da yananın yerine konan ‘yeni’nin eskisiyle alakasının olmamasıydı…
Gerçekten de, toplanan tadilat paraları ile o GS kampüsünü tekrar inşa etmek yerine arsayı satıp gidip İkitelli’de şahane bir arsada daha kapasiteli bir üniversite kurulabilir, diyeceksiniz. Ama bunu yapınca şehrin şu anda ‘Kentsel Dönüşüm’ adı altında geçirdiği tuhaf metamorfoza sadece bir halka daha eklemiş olacağız… Üniversite okuyan adam kültür görmeli. Doğudan gelen çocuklar o şehrin kültürünü solumalı. Tiyatrosundan, sergisinden, mimarisinden etkilenmeli… Dağın başına üniversite okutuyorum diye çocuk göndermenin pek bir anlamı yok… ‘Gelmesinler efendim İstanbul’a’ diyebilirsiniz… Ama onlar gelmese başkaları gelecek… Şehir nüfusu artık azalmaz korkarım ki…
Gelelim ‘Kentsel Dönüşüm’ projesine. Nerelerin dönüştürüleceği henüz açıklanmadı, ama dev bir kültür mirasının bir beton yığınına dönüşmesi için öncelikle şehrin içindeki yoksul bölgelerden başlayacakları garanti… Tamam İstanbul’un bir finans merkezi olması çok faydalı olacaktır muhakkak. Ancak tüm Türkiye nüfusunun İstanbul’da yaşamasına gerçekten gerek var mı? Başka bir şehre de büyüme ve gelişme fırsatı verilse fena mı olurdu…
Şehrimiz tükenmek üzere. Değerli toprakların emlak geliri için boşaltılması, alışveriş merkezlerine ve dev lüks rezidanslara dönüşmesi şehri bir tüketim cennetine çeviriyor. Ayrıca şehrin dar gelirli iş gücünü uzak ve kişiliksiz dev beton toplu konutlara doğru dışlıyor. Trafiğin çileye dönüşmesine ise çare olarak üçüncü Köprü düşünülüyor… Hâlbuki üçüncü Köprü ilave bir nüfusa kapıları aralayacağı için çok sakıncalı… Ekümenopolis belgeselini youtube’dan bulup bir göz atmanızda fayda var… Giderek orman arazilerinin ve su havzalarının yol ve köprü için yok edilmesi emlak piyasaları tarafından hoş karşılansa da şehrin tükenmesine yol açmakta. Belgeselde de dendiği gibi ‘Ucu olmayan şehir hepimizi yutacak’…
Tarihi dokuyu koruma yetkisini belediyelerden alıp kültür bakanlığına devretmek bir çözüm olabilir. Örneğin, İstanbul’un surları… Surlar, UNESCO koruması altındaki tarihi varlıklardan olduğu halde bakımsızca işgal edilmiş durumda. Her tarafına tünemiş binalar ve lokaller var. Belediyeler oy kaygısı ile doğru davranamasa da, bakanlık ele alınca inanılmaz bir ziyaretçi kitlesi sadece surları için bile İstanbul’a gelir.
Kısacası, soluk alan, tarihi ile var olan bir dünya kentinden boğucu sıradan istila edilmiş bir kente dönüşüyoruz… Bunun adına da ‘Kentsel Dönüşüm’ diyoruz. Dediklerime itirazı olan varsa şehrin uçsuz bucaksız banliyölerinde gidip bir tur atsın… Klonlanmış toplu konutlara bir göz atsın…