Sahnedeki genç müzisyenin kemanından taşan sesler tüyleri diken diken ediyor. Piyano, klarnet ve akordeon kemana eşlik ediyor. Az sonra oyunun anlatıcısı sahne alıyor. Müziğin içimizi ürperten nağmeleri eşliğinde küçük Haim’in hayat hikayesine tanıklık ediyoruz.
Yıl: 1922. Haim Polonya’nin Lodz şehrinde fakir bir işçi ailesinin yedinci çocuğu olarak doğar. Babası İbrani litürjik müziğiyle yakınen ilgilidir, annesi Yidiş şarkılar söyler. Henüz iki yaşındayken duyduğu melodilerin tümünü ezberler. Biraz büyüdüğünde klasik müziğe, özellikle de kemana kelimenin tam anlamıyla âşık olur. Ailenin maddi imkanları çok kısıtlı olmasına rağmen borçlanarak oğullarına bir mandolin hediye ederler. Bir kaç yıl sonra da Haim o dönem için bir servet sayılan 10 zlotys biriktirerek bir keman sahibi olur. Lodz Filarmoni Orkestrası’nın konserlerine gizlice gider. Bronislav Hubermann, Joseph Szigeti, Arthur Rubinstein gibi dönemin ünlülerini dinlemeye bayılır. Özellikle hayran olduğu Mendelssohn konçertolarını hiç kaçırmaz. Polonyalı Hıristiyan piyanist komşuları Haim’in tutkusuna öylesine hayran kalır ki ona solfej ve keman dersleri verir.
Ama kara günler çok yakındadır. II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Haim ve ailesi Lodz gettosuna hapsolurlar. Haim 17 yaşındadır, büyük piyanist Theodor Ryder’in yönettiği getto orkestrasına katılır. Tüm o cehennem yılları boyunca yaşamını kemanına borçlu olacaktır. Poznan kampında suçsuz mahkûmların asılması sırasında çalmaya zorlanır, Janina madenlerinde Polonyalı nöbetçilere Noel şarkıları çalarak kazandığı atık yiyeceklerle yaşar. Auschwitz kamp orkestrasına seçilir. Başkalarının ölümüne eşlik etmek için müzik yapmaya zorlanırken aynı müzik kendisinin hayatta kalmasına vesile olur. ‘Ölüm Yürüyüşü’nden son anda kaçmayı başarır; savaşta iki oğlunu kaybeden dul bir Alman kadının yanında saklanır. Salzburg yakınlarındaki Altötting’a Amerikan askerlerinin gelişine tanık olur.
Artık özgürdür ve sadece iki dil konuşmaktadır: Yiddiş ve sessizlik. Ama hayatı boyunca kalbinin lisanı hep müzik olacaktır. Evlenir, eşiyle ortak dilleri de sessizliktir. 1948’de İsrail’e göç etmeye karar verirler. Yeni ülkesinde bir gün İsrail Filarmoni Orkestrası’nın seçmelerine katılmaya karar verir, binanın etrafında uzunca bir süre dolaşır ama içeri giremez. Bugün halen yaşadığı Hayfa’daki evine döndüğünde kararının nedenini eşine şöyle anlatır: “İsrail’in şu anda müzisyenlere değil, ülkeyi inşa edecek insanlara ihtiyacı var! Ancak çocuklarımız ve torunlarımız ailemizin müzik geleneğini sürdürebilir.” Haim, Technion Üniversitesi’nde okuyup elektrik teknisyeni olur. Bir daha hiç keman çalmaz ancak emekli olunca gençlik aşkına geri döner. Çocuklarına ve torunlarına aşıladığı tutku onları dünyaca ünlü müzisyenler yapar, Haim’in hayali gerçek olmuştur: Oğlu ABD’de çellist ve orkestra şefi, kızı İsrail Filarmoni Orkestrası ve Paris Orkestrası’nda keman sanatçısı. Beş torunundan ikisi arp ve keman sanatçısı, üçüncüsü flüt, dördüncüsü çello, en küçük kız torunu da hem çello hem piyano çalıyor.
Haim Lipsky’ye bir saygı duruşu olarak başlayan Paris’teki proje dört müzisyen ve bir direktör-oyun anlatıcının biraraya gelmesi ve ardından oyunu daha derinleştirerek bu yaşam hikayesini kelimeler ve notalar kanalıyla anlatmaya karar vermeleriyle gelişir. Bu sıradışı müzikal oyunu yazan ve sahneye koyan Gérald Garutti şöyle anlatır: ‘Hem Haim, hem çocukları Shifra ve Arie ve torunu Naaman bize tüm arşivlerini ve de hafızalarını açtılar. Tüm hatıraların yolları birleştiğinde anayurtları Polonya’dan Kutsal Topraklara uzanan olağanüstü bir parkur aydınlandı.’
Oyun boyunca farklı dönemler farklı müziklerle anlatılıyor. Haim’in Lodz’daki kökleri 19. yüzyılın Mozart’ı diye nitelendirilen Yahudi deha Mendelssohn’un klasik müziğiyle temsil edilirken Holokost dehşetinin ortasında bulduğu güç Klezmer repertuarıyla, Kutsal Topraklara ulaşması ise Rus Yahudilerinin Amerika’daki başarı hikayesi ‘Damdaki Kemancı’ ile taçlandırılıyor. Oyun boyunca duyguları anlatmakta kelimelerin kifayetsiz kaldığı her anın yerini müzik dolduruyor.
Hayata karşı iyimser duruşu, mizah anlayışı ve mücadele ruhu Haim’e hep güç vermiş ve hayat parkurunun her anında yolu kemanının ışığıyla aydınlanmıştı. Compagnie C(h)arcteres grubu çizdikleri tarihi, edebi ve müzikal çerçeve içinde gerçek bir hayat resitalini hem melodi hem ‘sessizlik’le oluşturup başarıyla yansıttılar. Seyircinin zaman ve mekânda, anılar ve müzikte yaptığı yolculuğa kah hıçkırıklar kah kahkahalar eşlik etti.
Müziği sayesinde Holokost cehenneminden kurtulan Haim’in hayatı ve kaderi bir umut hikayesi. Adının anlamı gibi YAŞAM’ın herşeyden daha güçlü olduğunu ispat eden ve o gece oyun sonunda sahneye davet edilen Haim Lipsky çevik hareketlerle selam verirken 90 yaşını geride bırakmanın, büyük bir aile kurmanın, ailesinin en genç müzisyeni torunu Naaman Sluchin ile aynı sahneyi paylaşmanın haklı gururunu yaşamaktaydı. Hüzün ve sevinç arasında gidip gelen ve duygu yoğunluğuyla ‘darmadağın’ olan seyirci alkışlarla ekibin kolay kolay sahneden ayrılmasına izin vermezken yılların ardından yaşanan tüm vahşete ve dehşete rağmen umudun galip geldiği, ‘Biz halen buradayız, biz varız’ demek işte bu olsa gerek…