Geleceğin tarihçileri, kendi günlerinden arkalarına baktıklarında 21.yüzyıl için neler söyleyecekler, bunu kestirmek şu anda pek olası değil. Ancak aynı noktadan, 20.yüzyıla bakarak yapacakları yorumlarda “Kuvvetli liderler – Ezilen toplumlar” şeklinde bir yaklaşım getireceklerdir diye düşünüyorum.
Geçtiğimiz yüzyıl başlarındaki milliyetçilik akımları, ekonomik çalkantılar, anarşi düzeni insan kitlelerini kuvvetli liderlere mecbur etti. Bunların kimi toplumlarına katkıda bulunurken, uluslarına ayrıcalıklar yaşatmak iddiası ile iktidarı kapan kimileri ise, insanlık tarihinin en karanlık sayfalarına imza attılar.
Bunlardan biri, Adolf Hitler, bugünden 80 yıl önce, 30 Ocak 1933’te, Almanya Cumhurbaşkanı Von Hindenburg tarafından Şansölye ilan edildiğinde, çantasında Ari ırkın üstünlüğü ile destekli derin bir siyasi gündem vardı: Almanca konuşan halkları bir çatı altında toplama, Alman ulusuna ‘yaşama alanı’ sağlama, ulusal gururu son zerresine dek okşayarak saf bir ırk yaratma ve bu bağlamda kendinden olmayanlara, kendine muhalif olanlara, kendisine ileride tehlike teşkil edeceklere karşı sistematik bir yok etme.
Bu yolda, demokrasi araçtı, amaç değil. İktidara demokratik yollarla gelen Hitler’in yaptığı ilk iş meclisi kundaklamak, hukuku kendisine bağlamak olmuştu. Komünistleri, sosyalistleri, Çingeneleri ve de Yahudileri yok etmek için yaptığı planlar malumdu. Yine de teslim etmek gerekir ki, Elie Wiesel’in dediği gibi, “Tüm kurbanlar Yahudi değildi, ancak tüm Yahudiler kurbandı” o dönemlerde.
Siyasi ajandasını yerine getirmek amacı ile başlattığı ‘Büyük Savaş,’ illa ki Yahudileri yok etmek için değildi. Ancak yaşananlar düzenli bir kıyımın, demografik olmaktan öte, kültürel bir yok edişin izlerini taşıyordu. Neticede, irrasyonelliğine ortak ettiği halkına bıraktığı miras, tam bir yıkım ve utanç dolu bir geçmiş oldu.
Hal böyle iken, günümüzde hortlayan Hitler hayranlığını bu resmin neresine oturtmak gerekir? Karizmatik bir lider, şefkatli bir halk babası mıydı ki? Alman ulusunu başarıdan başarıya mı koşturmuştu? İnsanlığa ırkçılıktan başka neler kazandırmıştı?
Bakıyorsunuz, orada burada, hem de uygar bellediğimiz ülkelerde, Batı Avrupa’da örneğin, Hitler hayranlığı almış yürümüş. Yine bir ekonomik kriz, yine sosyal bir deprem ve Neo Naziler, yabancı düşmanları, ırkçılar hemen iş başındalar : “Hitler haklıydı” ile başlayıp, “Neden işini yarım bıraktı?” noktasına uzanan acı ve düşündürücü bir retorik. Norveç’te, Belçika’da, Macaristan’da, Yunanistan’da… Hatta kendisine direnen Hollanda ve Danimarka’da bile izine rastlanan bu söylemi hak etmek için Hitler’in yaptıkları ortada. Doğumuzda söylenenlerden ise hiç söz etmeyelim.
Anlaşılıyor ki, onun başardıklarına ortak olmak isteyenler, tamamlayamadıklarını tamamlamak için can atanlar var. Safça “Yahudi soykırımı” olarak adlandırılmak istenen Holokostu siyaseten istismar edenlerden, onu alenileştirenlerden söz etmiyorum burada. Burada, eğitimli veya eğitimsiz halk kitlelerinin arasından gelen insanlardan, siyasete dokunmayan sokaktaki adamdan söz ediyorum. Solcu olduğunu iddia eden bilgisi olmadan fikri olanlardan veya sağcı olduğuna vurgu yaparak çıtayı ırkçılığa dek getirenlerden söz ediyorum. Ve nihayetinde, Protokollerden esinlenerek dünyayı Yahudi liderlerin yönettiği komplosunu pişirip pişirip kamuoyuna sunan ve böylece nüfuz elde etmenin, popüler kalmanın yollarını arayanlardan söz ediyorum.
Onlar bilmeliler ki, Adolf Hitler ırkçıydı. Kendinden olana şefkatli baba, olmayana zalimdi. İnsanlığın gurur duyacağı hiçbir şeye imza atmadı. İntihar ettiği bunkerde, Nazi Almanya’sı için her şeyin bittiği anda dahi yok etmek fiilini kullanan cümleler kuruyordu. Despottu. Dengesizdi. Korkaktı. İtaatsizliğe tahammülü yoktu. Değişik olanları yok etmek onun için bir var oluş nedeniydi. Teslim olmamak için koca bir neslin heba olmasına, kılını kıpırdatmadan razı olmuştu.
İşte Führer, en hafifinden, buydu.