“Hadi bakalım bu kadar tembellik yeter. Torunlar neredeyse brunch’a gelecekler. Git hemen biraz domates, peynir ve ekmek al ve çabuk dön.”
Konu torunlar olunca, arzuları emir niteliğindedir. Yerimden fırladım, çabucak giyindim ve iki dakika içinde dışarıda idim. Domatesten başlayayım dedim. Manava gittim ve içeri girer girmez
“Hayırlı işler, Fehmi efendi, en iyi domateslerin nerede?” diye sordum.
Bana tezgâhı gösterdi. Orada HORMONSUZ DOMATES etiketi altında nefis görünen domatesler vardı. Ama hemen yanı başındaki bölümde üstünde sadece fiyat etiketi olan başka bir yığın domates gördüm. Onlar da çok iyi görünüyorlardı ama diğerlerinin yarı fiyatında idiler.
- Fehim efendi, bunlar niye yarı fiyatına? Yoksa bunlar hormonlu mu?
- Yok, abi, değil.
- Peki, o zaman ne’li?
- Vallahi bilmiyorum abi.
- Peki, hormonsuz domateslerin hormonsuz olduğunu nereden biliyorsun? Elinde bir rapor var mı?
-Yok, abi, ama bana bunu söyleyen adama güvenirim.
“Olmadı, Fehim Efendi, olmadı, kusura bakma ama ben bugün senden domates almayacağım,” dedim ve dükkândan çıktım.
Sinirlenmiştim. Sattığı malın niteliklerini bilmeyen bir adamla karşılaşmıştım.
Biraz yürüdükten sonra sakinleştim. Peynire bakmalıydım. Markete girip peynir reyonuna yöneldim. “Oğlum, en iyi peynirin hangisi? Az tuzlu, az yağlı, sert de olmasın fazla yumuşak da. Adamcağız biraz somurttu ama birazdan aradığını bulmuş olacak ki, sevinerek yanıma geldi:
- Buyur, abi, tam istediğin gibi.
-Bir dakika, bu peynir imal edilirken hayvansal mı yoksa bitkisel maya mı kullanıldı?
Tezgâhtar, şaşırdı ama ustasını çağırdı ve aynı soruyu ona sordu. Usta,
“Hayvansal mayanın en iyisi kullanılıyor beyefendi,” dedi.
- Usta, usta! Sen ne diyorsun? Hayvansal maya ne demek biliyor musun? Sütten kesilmemiş danayı kestikten sonra onun midesinin bir bölümünü alıyorsun ve ondan mayayı imal ediyorsun. Ve o danadan aldığın bu mide içeriginden yaptığın ürünü anasının sütüne katıp peynir çıkarıyorsun… BU BİR TRAJEDİ ! Torunuma bu peyniri asla yedirmem. Sen bana bitkisel mayadan üretilmiş peynir ver.
- Beyefendi şu anda bitkisel mayadan yapılmış peynirimiz yok.
- Ben de peynir almıyorum, deyip marketten çıktım.
Fırına yöneldim. Hiç olmazsa eve elim boş dönmemeliydim...
- Merhaba, Bekir usta! Nasılsın bakalım bu sabah?
- Sağ ol, abi, emret!
-Torunlar için güzel bir ekmek isterim.
- Buyur, abi, şimdi fırından çıkardım, şahane bir kepekli ekmek.
- Bu ekmeğin ununu imal ederken, kepeğini stabilize ettiler mi?
- Abi, benle dalga mı geçiyorsun? Biz ekmek pişiriyoruz yol yapmıyoruz.
- Bekir usta, internette okudum. Kepek dediğin, buğday danesinin dış zarıdır, yani bir manada derisidir. Daneyi her türlü zararlıdan, dış etkenlerden korur. Ancak bu korumayı yaparken, bu zar, ilaç kalıntıları, böcek ölüleri, toz toprak, v.s gibi yabancı maddelere maruz kalır. Stabilize edilmezse, yani yüksek ısı ile temizlenmezse, zardaki bu kalıntıların bir kısmı una ve dolayısıyla ekmeğe karışabilirmiş. Bu yüzden, bu işlemden geçmemiş kepekli ekmeklerin bilhassa çocuklara ve zayıf bünyeli kişilere satılmaması gerekirmiş… En iyisi sen bana beyaz ekmek ver.
- Abi, yok, iki saat sonra çıkacak
- Peki, o zaman hadi, bana eyvallah!
Fırıncı da “ güle güle” dedi ama pek içten de söylememişti.
Elim boş eve döndüm. Karıma olanı biteni anlatacaktım.
İçeri girer girmez, torunları gördüm. Birisi eline bir domates almış hapur hupur yiyor, minik prenses ise, sandalyesinde oturmuş, elindeki ekmeği kemirirken öbür eliyle de tabağından peynir parçalarını avuçlayıp ağzına atıyordu. Eşim mutfaktan başını uzatarak,
“Kocacığım, nerede kaldın?” diye söylendi. Torunlar gelir gelmez, senin onlara öğrettiğin
“nar gibi domatesle beyaz peynir bir parça ekmekle beraber yenir”
şarkısıyla tempo tutmaya başladılar. İyi ki apartman bakıcısı vardı da onu yandaki markete gönderdim ve çabucak istediklerimi alıp geldi...
Bir torunlara baktım ve bir de eşime. Hırslı bir sesle:
“Bundan sonra ben alışverişe çıkmam, haberin olsun,” dedim ve karışık bir kafayla televizyonun karşısındaki koltuğuma geçtim ve zaplamaya başladım.