Yazının başlığı, sonundaki soru işareti hariç, Taraf Gazetesi yazarı Hadi Uluengin’e ait. Sayın Uluengin’in 6 Mart 2013 tarihli bu yazısı Siyonizm’e ilişkin doğru tespitler içeriyor. Kendisini bu konudaki samimi görüşlerini okurlarıyla paylaştığı için tebrik ediyorum.
Umarım, yazısı, okurlarında merak uyandırır ve onları konuya ilişkin ilave araştırmalar yapmaya sevk eder.
Bununla beraber yazısının bünyesindeki bazı tespitlerin irdelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Şöyle ki:
1- Sayın Uluengin’e göre Siyonizm ideolojisi Yahudi kimliğini din salçasına da bulayarak hayali ve uydurma bir kavmî aidiyet yaratmış. Bu tespitine katılmak zor. Zira Yahudilerdeki ulus bilinci epey eski. Bunun ilk tezahürünü milli bayramları olan ve Mısır esaretinden kurtuluşun bayramı olan Hamursuz / Pesah Bayramı’nda görüyoruz. Bayramın kökeni M.Ö. 1300 senelerinde meydana gelen ve Tevrat’ta zikredilen Mısır’dan çıkışın menkıbesine dayanıyor. Ancak esas uluslaşma sürecinin M.Ö. 587-538 yılları arasında gerçekleşen Babil esareti esnasında meydana geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Tevrat’ın Yazılar bölümündeki Zebur’un 137. Mezmur’unda “Babil ırmakları kıyısında oturup Siyon’u andıkça ağladık; çevredeki kavaklara lirlerimizi astık. Çünkü orada bizi tutsak edenler bizden ezgiler, bize zulmedenler bizden şenlik istiyor, ‘Siyon ezgilerinden birini okuyun bize!’ diyorlardı. Nasıl okuyabiliriz RAB’bin ezgisini El toprağında? Ey Yeruşalim, seni unutursam, sağ elim kurusun. Seni anmaz, Yeruşalim’i en büyük sevincimden üstün tutmazsam, dilim damağıma yapışsın!” yazılı. Ezcümle, yukarıdaki millî özellikteki dinî metne istinaden 2500 küsur yıldır her Yahudi, Hamursuz/ Pesah Bayramı’nda “Gelecek sene Kudüs’te” temennisinde bulunur. Anlayacağınız, ‘Siyon’a Dönüş’ü Herzl icat etmedi. Konjonktür bu gerekliliği ona sadece hatırlattı. Ben bu 137. Mezmur’dan daha ‘Siyonist’ bir metin görmedim. Bilen varsa beri gelsin.
2- Sayın Uluengin’e göre Tevradî bir ‘Arz-ı Mevud’a atfen ‘ülkü vatanın’ Filistin olarak belirlenmesi ise yine her milliyetçiliğin üretmek zorunda olduğu ‘kurucu efsane’den başka bir şey değildir. Kendisinin bu ifadesini yukarıdaki izahatla nasıl telif edeceğiz? 1789 Fransız İhtilali’nin ulus-devlet olgusunu doğurması ve on dokuzuncu yüzyılın modern ulus devletlerin ve bu meyanda siyasi bir hareket olan Siyonizm ideolojisinin doğumuna ebelik etmiş olduğu bir vakıa. Sayın Uluengin’e Karl Marx’ın arkadaşı Moses Hess’in 1862 yılında (Herzl’in Yahudi Devleti eseri 1895 yılında yazıldı) yazdığı Roma ve Kudüs – Son Milli Mesele (Rome und Jerusalem, die Letzte Nationalitätsfrage) adlı risalesine bir göz atmasını önerebilirim. Hess dindar biri değildi ancak Yahudi Sorunu’nun çözümünü ancak İsrail topraklarında bulabileceğini çok iyi görmüştü. Herzl o zaman henüz daha iki yaşındaydı. Biraz daha geri gidecek olursak, modern zamanların ilk Siyonist’inin ‘Dönme’ tarikatının kurucusu olup 1666 yılında kılıç zoruyla ihtida eden Sabetay Sevi olduğunu söyleyebiliriz. O devirde ulus-devlet kavramı henüz ortada yoktu.
3- Sayın Uluengin ayrıca “Kaldı ki, hatırlatırım: Siyonistler epey bir müddet sözkonusu Filistin yerine Afrika’da, Güney Amerika’da yahut Madagaskar’da da devlet kurulması projesini tartışmışlardı.” diyor. Doğrudur, bu seçenekler tartışılmıştı. Ama sadece acil olan bir sorunun muvakkat birer çözümü olarak tartışılmıştı. Siyon’suz bir Siyonizm mümkün olamayacağından o seçenekler itibar görmedi. Bununla beraber Rusya/Polonya coğrafyasından dışarı uğrayan Yahudiler özellikle göçmen kabul eden bir ülke olan ABD’ye gittiler. Yeni, hür ve eşitlikçi bir Yahudi insanı yaratma ülküsü peşinde olan idealist gençler ise 1882 yılından itibaren dalgalar halinde İsrail topraklarına göç etmeye başladılar. O toprakları adam edecek ziraatçileri yetiştirecek olan ‘İsrail’in Ümidi’ (Mikveh Israel) isimli ziraat okulu daha 1870 yılında Sultan Abdülaziz’in özel izniyle kurulmuştu. Herzl henüz on yaşındaydı. Bu durumda Sayın Uluengin’in “Fakat obur bir İngiliz emperyalizminin öngörüsüzlüğünden dolayı, deyim yerindeyse kabak mazlum ve mağdur Filistin halkının başında patladı,” ifadesini nereye koyacağız? O devirde İngilizlerin gelmesine daha 47 yıl vardı! Devrin Osmanlı nüfus kayıtlarına göre Filistin coğrafyasındaki Arabı, Yahudisi, Türkü, Hıristiyanı dâhil nüfus 350.000 kişi civarındaydı. Günümüzde ise 14 km2’lik Kâğıthane ilçesinin nüfusu 400.000’in üzerinde!
4- Sayın Uluengin’in katılmadığım diğer bir tespiti ise “EVET, tabii ki Filistin halkı mazlum ve mağdurdur! Tabii ki kendisinin asla sorumlu olmadığı ‘Shoah’ soykırımının bedeli ona ödetilmektedir. Tabii ki sonsuz defa haklıdır!” şeklinde. Birinci Dünya Savaşı’nı takiben, devrin uluslararası meşruiyeti tüm taraflarca kabul edilen Milletler Cemiyeti bugünkü Ürdün topraklarını da içeren Filistin coğrafyasının ‘Manda’sını orada bir Yahudi yurdu tesis etme göreviyle İngiltere’ye verdi. Diğer bir deyişle orasının Avrupa’da zulüm gören Yahudilerin sığınabilecekleri emin bir liman olması gerekiyordu. İngilizler ne yaptılar? Önce, söz konusu toprakların yüzde 75’ini Filistin’den ayırıp Trans-Ürdün Emirliği’ni icat ettiler ve başına Haşimi ailesinden Hicazlı Mekke Şerifi Hüseyin’in oğlu Abdullah’ı getirip oturttular. Bünyesinde Arap ve Yahudileri bulunduran ‘Mazlum Filistin Halkı’na bu konuda ne düşündüğü hiç sorulmadı. Kaldı ki İsrail Devleti’nin kurulduğu 1948 yılına kadar ‘Filistinli’ dendiği zaman Araplar dâhil herkesin anladığı şey orada yaşayan Yahudilerdi! İngilizler daha ne yaptılar? Arapların yaptığı baskılara boyun eğerek 1939 yılında yayınladıkları White Paper (Tutum beyanı) ile Filistin’e olan Yahudi göçünü beş yıl için 75.000 kişi ile sınırladılar ve Yahudilerin soykırıma uğramasına çanak tuttular. Struma rezaleti bu siyasetin ülkemize sıçrattığı bir utançtır. Evet, yukarıda mezkûr gerçekler mucibince Araplar da İngilizler de soykırımdan müteselsilen SORUMLUDURLAR! Sayın Uluengin’in bu konudaki ezberini gözden geçirmesi gerekiyor.
5- Sayın Uluengine göre “Daha 1967 Savaşı’nın 5 Haziran gecesi safını belirlemiş olan ve o zamandan beri de taviz vermeyen bu satırların yazarı için yukarıdaki gerçekleri tartışmak dahi abesle iştigaldir. Sayın Uluengin’le yaşıtım. 1967’de ikimiz de 16 yaşındaydık. Kendisinin o yaşta safını belirleyebilecek kadar bilinçli olabilmesine gıpta ediyorum. Ona sorayım, acaba benim gibi o da özellikle Mısır basınındaki “Atbah al Yahud” (Yahudileri kesin) çığlıklarını ve Ümmü Gülsüm’ün aynı mealdeki şarkılarını da hatırlıyor mu?
Sayın Uluengin’i daha fazla üzmeden bu yazıyı noktalarken, Siyonizm’in Yahudi halkının vücuda gelmiş olduğu anavatanında kendi kaderini tayin etme hakkını gerçekleştirmek amacıyla siyasi bir varlık yani bir devlet kurma ideolojisi olduğunu hatırlatmak ve en az diğer ulus-devletlerin benzer kurucu ideolojileri kadar saygıya lâyık olduğunu belirtmek isterim.