Şimdiki gençlerin işi zor. Eskiye göre belki çok daha donanımlılar. Ama kendi geleceklerini ve mesleklerini tayin etme konusunda eskiye göre daha endişeliler. Hayatları ile ne yapmak istediklerini bulmakta çok zorlanmaktalar.
Eskiden körler diyarında tek gözlü olan kraldı. Şimdi öyle mi? Herkeste gece görüşlü kamera var sanki. Rekabet dorukta. On parmağında on marifet olmayan çocuk, sıradanlıktan sıyrılamıyor.
Önce veliler start alıyor. Doğumla başlayan yarışta ‘en iyi’ okullara yazılmak için yuva öncesinden planlar yapılıyor. Genç ve FEDakâr anne babalar yavruları için hep en iyiyi istiyorlar ve haklı olarak, sistemin gerektirdiği gibi davranıyorlar. Bir yandan kendilerini çok önemli bir mali sorumluluk altına sokarken, diğer yandan da çocuklarının ‘başkalarının performansına göre’ değerlendirildiği bir yarışın içine angaje ediyorlar.
Bu durumu iyi ya da kötü diye yargılamaktan ziyade, gerçeğin bu şekilde olduğunu tespit etmek için belirtiyorum.
Anne babaların kendileri ise bir başka yarışın içinde zaten. Artan refah seviyesinin gerektirdiği masraflara yetişmek için hep daha fazla çalışıp didinmekle meşguller. Evlatlarının gelişimine yeteri kadar zaman ayıramadığından şikâyet etmeyene rastladınız mı hiç? Geçiyor yıllar. Ne muazzam bir özveri.
Hayat adı verilen sınava bir adım önde girmek uğruna yuva-ilk-orta-lise-üniversite-master engelli koşusunu hep beraber koşuyor aileler.
En iyi üniversiteler, en iyi talebeleri kapmak için en iyi liselerin; en iyi şirketler de, elene elene ayıklanmış en iyi mahsulü toplamak için en iyi üniversitelerin ayağına gidiyorlar. Sadece diploma almak yetmiyor. Not ortalaman kaç? Hangi okuldan mezunsun? Kaç lisan konuşursun? Hangi sosyal sorumluluk projelerini yürüttün? Hangi müzik aletini çalarsın? Ayak parmaklarınla da Beethoven çalabilir misin? Hangi spor dallarında milli oldun? Hangi şirketlerde çalıştın?
Bütün bunlar güzel de, soruyorum kendime: en iyi okullardan mezun olanlar ‘insanlık’ dersinde de en iyi notları alıyorlar mı? Kişilikleri, özgüvenleri, yaratıcılıkları nasıl? Sadece yarışı mı düşünüyorlar hep, yoksa zaman zaman başkaları için FEDakârlık yapmaya gayret edebiliyorlar mı?
Belki daha da önemlisi, bu yarışta ‘elenenler’, diğerlerinin kendinden daha başarılı olduğunu gören büyük çoğunluktaki gençler, kendilerini ‘başarısız’ mı hissetmekteler? Esas sorun da bu değil mi? Şu veya bu şekilde en iyi okullardan en iyi notlarla mezun olamamış gençler, onlar için saçını süpürge etmiş anne babalarının emeklerini boşa mı çıkartmış olmaktalar?
Bu konulara kafa yoranların youtube’da dolaşan bir videoyu izlemelerini öneririm. ‘Heineken – The Candidate’ adlı bu videoda yeni mezunların işveren tarafından ‘insan olma boyutu’nda nasıl sınandığını göreceksiniz. Videoda, basit bir stajyer pozisyonu için yaşam enerjileri sınanıyor sanki istekli gençlerin.
İnternet’in hayatımıza girmesiyle, bilgiye sahip olmaktan çok bilgiye nasıl ulaşılacağını bilmek daha önemli oldu. Eski sistem standart müfredatın, eski sistem standart kafalar yetiştirmesi riskiyle karşı karşıyayız. Oysa başarının hem tanımı hem de gerekleri çok değişti. Karenin dışında düşünebilmek de yetmiyor artık. ‘Aşk’ lazım. İngilizcesi ‘passion’ olan, ideallerin, hayallerin peşinden koşturan türden bir aşk...
Merak eden, her şeyi sorgulayan, araştıran, öğrenmeye aç çocuklar nerede? “Hayatta neyi başarmış olmak istersin?” sorusunu cevaplandırırken gözlerden fışkıran o heyecan nerede?
Neredeyse anne kucağından tüm gençlik yıllarını kapsayan bir yarışın içine atılan çocuklar, hayatlarına mana verecek o aşkı nasıl keşFEDecekler? İki önceki nesille bolca vakit geçirip, yaşanmış hayatlardan alınması gereken dersleri doya doya öğrenebilecekler mi?
Gençler işiniz zor. Naçizane önerim, yoga yapın, nefeslenin, her birinizin ‘eşsiz, eksiksiz ve tam’ olduğunuzu unutmayın. İçinizdeki ateşi körüklemekten ve göstermekten hiç ama hiç çekinmeyin.