Prof. Dr. Örsan Öymen, Yahudilerin tarih boyunca baskılara maruz kaldığını dile getirirken bu durumun günümüzde de değişmediğine dikkat çekiyor: “Museviler hala, bazı ırkçı ve dinci çevreler tarafından, Alman-ya’daki Nazi zihniyetine benzer bir biçimde, ‘dünyadaki tüm kötülüklerin kaynağı’ gibi görülmekte"
Museviler yeryüzünde en fazla baskı ve zulüm görmüş topluluklardan birisidir. Museviler tarih boyunca sık sık soykırımlara, katliamlara, sürgünlere ve baskılara maruz kalmışlardır.
Roma İmparatorluğu döneminde, daha sonra Orta Çağ döneminin Batı Avrupa ve Bizans İmparatorluğu topraklarında, Museviler ya katledilmişlerdir ya da sürülmüşlerdir. Museviler, önce Paganların, daha sonra da Hıristiyanların yoğun baskıları altında kalmışlardır. Yaklaşık iki bin yıl süren bu dönemde, milyonlarca Musevi ya yaşamını yitirmiştir ya da evlerinden ve topraklarından sürülmüştür.
Son olarak, 20. yüzyılın ortasında, Almanya’daki Nazi yönetimi ve onların destekçileri, yaklaşık 6 milyon Musevi’nin ölümüne yol açan korkunç bir soykırım gerçekleştirmiştir. Orta Çağ ve sonrasında, Avrupa’daki Musevilere yönelik tecrit uygulamaları sonucunda, insanlık nasıl ‘getto’ sözcüğü ile tanıştıysa, 20. yüzyılda da, yine Avrupa’nın ortasında, Musevilere yönelik gerçekleşen vahşi katliamlar sonucunda, insanlık ‘soykırım’ sözcüğüyle tanıştı.
Museviler yeryüzünde her zaman bir azınlık oldular ve genellikle zulüm ve baskı altında kaldılar. Musevi nüfus Antik Yunan’da da azınlıktı, Helenistik dönemde de azınlıktı, Roma döneminde de azınlıktı, Orta Çağ’da da azınlıktı, ‘Rönesans’ ve ‘Aydınlanma’ döneminde de azınlıktı, ‘Modern’ dönemde de azınlıktı.
Bugün de Museviler dünya nüfusunun sadece yüzde 0,2’sini temsil ediyorlar. Yani yüzde 1 oranında bile değiller. Hıristiyanlar yüzde 29 ile en büyük grup, Müslümanlar yüzde 24 ile ikinci büyük grup, dinsizler yüzde 16 ile üçüncü büyük grup. Geriye kalan yüzde 30 ise büyük ölçüde Hinduistler, Budistler, Taocular ve Şintoistler arasında bölünmüş durumda. Museviler sadece yüzde 0,2. (Yüzdeler konusunda farklı araştırma kurumları farklı sayılar ortaya koysalar da, sıralama genelde değişmiyor).
Buna rağmen Museviler hala, belli bir tehdit, nefret ve ötekileştirme nesnesi olmaktan kurtulamamaktadırlar. Museviler hala, bazı ırkçı ve dinci çevreler tarafından, Almanya’daki Nazi zihniyetine benzer bir biçimde, ‘dünyadaki tüm kötülüklerin kaynağı’ gibi görülmektedir. Özellikle İslam dünyasında, antisemitizm ve Musevi düşmanlığı, rahatsız edici boyutlara ulaşmıştır. İsrail’deki bazı hükümetlerin, Filistin sorunu konusundaki bazı yanlış politikaları da bahane edilerek, ırkçı ve faşist bir söylem geliştirilmekte, aynen Nazilerin yaptığı gibi, Museviler, hedef tahtasına yerleştirilmektedir. Musevilerin tarih boyunca gördükleri zulümden ve bazı din kitaplarında Museviler aleyhinde yer alan ifadelerden cesaret alan köktendinci kesimler, dünya ve yaşam görüşlerini, bu eksen üzerine kurmaktadırlar.
‘Siyonist’, ‘Yahudi’, ‘Mason’, ‘Mossad’ gibi kavramlar üzerinden komplo teorileri üretilmekte, dünyayı bu güçlerin yönettiğine dair kurgular ve fanteziler ortaya konmakta, böylece, Adolf Hitler’in ‘Kavgam’ adlı kitabında yaptığı gibi, hayali düşmanlar icat edilmekte, bunun üzerinden de siyaset yapılmaktadır.
İran’da, Arap ülkelerinde ve son yıllarda Türkiye’de de yaygın olan anlayış budur. İslam dininin siyasallaşmasıyla birlikte, ırkçılık ve faşizm boyutlarına varan Musevi düşmanlığı, ona paralel olarak artmaktadır.
Üstelik dünyadaki Musevi nüfusun, çeşitli alanlardaki başarıları, örneğin bilimde, sanatta, felsefede, ticarette elde ettikleri başarıları da, söz konusu komplo teorilerini ‘güçlendirecek’ kozlar olarak kullanılmakta ve suiistimal edilmektedir.
Bu bazen saçma noktalara kadar varabilmektedir. Örneğin Karl Marx, Musevi kökenli bir filozof olduğu için, dinci olsun veya olmasın, anti-komünist faşistler, komünizmin bir ‘Musevi ürünü’ olduğunu söyleyebilmektedirler. Dünyanın ‘büyük bir Musevi komplosunun’ altında yönetildiğine inanmış kişilerin gözü, Marx’ın dinsiz bir ateist olduğunu bile göremeyecek kadar kararmaktadır. Hatta “Marx da Musevi, Freud da Musevi, ikisi de ateist, öyleyse ateizm de bir Musevi ürünüdür” gibi saçma bir mantık içeren çıkarımlar bile yapılabilmektedir. Hatta birkaç zengin Musevi iş adamı belirlenerek, kapitalizmin de Museviliğin ürünü ve düzeni olduğu tezleri ortaya atılmakta, olgulara göre kuram üretileceğine, ‘kurama’ uygun sınırlı olgular cımbızlanmakta ve bu ‘kuramı’ başka hiçbir olgunun yanlışlamasına izin verilmemekte, ‘kuram’, ancak akıl hastası birisinin sahip olabileceği sapkın bir dogmaya dönüşmektedir.
Musevilerin, dünya nüfusundaki oranlarına göre, birçok alanda çok başarılı ve etkin oldukları elbette bir gerçektir. Ancak bu durum, Musevileri övmek için kullanılacağına, onları eleştirmek için kullanılmaktadır. “Museviler her yeri sardılar, her yeri ele geçirdiler, bizi kuşatıyorlar” gibi korku ve paranoya senaryoları yaratılarak, nefret duyguları körüklenmeye çalışılmaktadır.
Başka örnekler de vermek gerekirse: Baruch Spinoza, Karl Marx, Hannah Arendt, A. J. Ayer, Henri Bergson, Ernst Bloch, Walter Benjamin, Martin Buber, Ernst Cassier, Noam Chomsky, Jacques Derrida, Erich Fromm, Edmund Husserl, Imre Lakatos, Rosa Luxemburg, Herbert Marcuse, Emile Durkheim, Albert Einstein, Sigmund Freud gibi filozoflar ve bilim adamları, Marc Chagall, Mark Rothko, Franz Kafka, Stefan Zweig, Heinrich Heine, Marcel Proust, Boris Pasternak gibi sanatçılar ve edebiyatçılar, dindar olsunlar veya olmasınlar, insanlık ve uygarlık tarihine büyük katkılarda bulunmuş olan Musevi ve/veya Musevi kökenli kişilerdir. Bu bile tek başına, Musevi azınlık açısından onur duyulacak bir durumken, bazıları hala, hayali bir “Musevi istilasından” söz etmektedirler.
Dünyada Museviler sadece yüzde 0,2 oranındadır, ancak bugüne kadar Nobel Ödülü’ne aday gösterilenlerin yüzde 20’si Musevi’dir. Bu da yine, Musevi azınlık açısından onur duyulacak bir durumken, bazıları Nobel’in bile ‘Mossad’ın kontrolü altında olduğunu iddia edecek kadar saçmalamaktadırlar.
Oysa insanlık tarihi boyunca baskı ve zulüm görmüş bir azınlık olan Musevilerin, nüfustaki oranlarına göre, felsefede, bilimde, sanatta, ticarette başarılı olmalarına şaşırmamak gerekir. Sadece azınlık olmakla kalmayıp, tarih boyunca baskı ve zulüm gören bir topluluğun ve kültürün üyesi olmak, hayatta kalmak için, güçlü olmayı, başarılı olmayı zorunlu kılmaktadır.
Özellikle bilimde, felsefede ve sanatta bunu başarmış olmak da, sadece Museviler için değil, tüm insanlar ve tüm insanlık için, onur duyulması gereken bir şeydir.