Habemus Papam

Tilda LEVİ Köşe Yazısı 0 yorum
20 Mart 2013 Çarşamba

16. Benedictus ‘un görevinden ayrılmasıyla yeni Papa’nın kimliğinin açıklanması evimizde ciddi bir merak konusu oldu. Her ne kadar damarlarımızda mavi kan akmıyorsa da kraliyet düğünleri, taç giyme vs. gibi törenleri ailece seyretmeyi severiz. Anlaşıldığı üzere, birlikte ekran karşısına geçtiğimiz günler sayılıdır…

Geçtiğimiz çarşamba akşamı Katolik dünyasının kalbi Vatikan’da atarken, oğlum da televizyondaki ilk İtalyan kanalını açtı. ‘Beyaz duman’ın ardından gelecek, ‘Habemus Papam’ (Bir Papamız oldu) sözcüklerini bekliyor. Hızlı hızlı konuşulan İtalyanca yayında, her on kelimeden ancak üçünü yakalayabiliyor, daha doğrusu anlıyordum. ‘Cahillik ne kötü’ diye içimden geçirdim. Kanalı CNN İnt’e çevirdik. Orada da canlı yayın vardı. Söylenenlere göre Vatikan Sarayı’nın önündeki kalabalık elli binleri bulmuş. En büyük korkularımdan biri böylesi bir güruhun arasında sıkışıp kalmaktır. Elinin ehli hırsızlar için bu tür ortamlar bulunmaz nimettir.

Saatime bakıyorum, on dakika sonra ‘Muhteşem Yüzyıl’ başlayacak. Sürekli izlediğim tek dizi! Aslında kimin Papa seçileceğini daha ileri bir saatte öğrensem hayatımda bir değişiklik olmayacaktı. Ama önemli olan anı yakalamak, tarihe tanıklık etmek…

Ve nihayet Aziz Petrus Bazilikası’nın görkemli balkonundan, ‘Protodiacono’ sıfatını taşıyan Fransız Kardinal Jean-Louis Tauran, “Habemus Papam” diyerek Papa I. Francis’i takdim etti. Etmesiyle beraber, hemen kanalı değiştirdim. Nasılsa yorumlar sürecekti. Nitekim geceyi Muhteşem Yüzyıl ve Vatikan arasında zaplayarak geçirdik.

Bu arada I. Francis de evrene hayırlı olsun.

***

Havanın güzelliğine ve şehrin gürültüsüne daha fazla dayanamayıp Kabataş’tan dokuz buçuk motoruna binip Ada’ya gittim. Çiseleyen yağmurdan korunmak için kapalı bölüme oturdum. Allah affetsin insan ayırımı yapmamaya çalışırım. Ama… Bir kafile sevimsiz turist; çocukları da bir o kadar beter. Sabahın o saatinde insan alır çayını oturur sessizce. Bir yaygaradır gidiyor. Bu arada, ‘Burhan Pazarlama’nın kötü bir kopyası; bildik bilmedik bir sürü sözcüğün arasında, ‘portokali, limoni…’ diye bağırarak meyve suyu sıkacağı satmaya çalışıyor. Nihayet Büyükada’ya vardık.  Kıyıya yanaşınca şaşırdım. Art arda sıralanmış ağaçların tümü çiçek açmıştı. Yolda yürümeye başladım. Aynı görüntü devam ediyordu. Bahçelerden yayılan mimoza kokuları arasında yoluma devam ettim. Muhteşem bir gün geçirdikten sonra ayaklarım geri geri giderek motora bindim. Bu kez hava güzeldi; yukarı açık kısma yönlendim. Sınırlı saatler için olsa da kendimi sanki Japonya’da kiraz ağaçlarının çiçekleri altında hissetmek çok hoştu. Özgürlük ne güzel...

1 Yorum