En yakın dostu yaşam mücadelesi veriyorsa, insanın aklında hep ona dair anılar, görüntüler, sesler olur. O dost, dilinizin gelmiş geçmiş en büyük yazarlarındansa, yine onun sözcükleri avutur sizi. Dostum, sırdaşım Leylâ Erbil’in cümleleriyle doluyum şimdi. O iyileşene dek, başka şey yazmak gelmiyor içimden.
‘Biz İki Sosyalist Erkek Eleştirmen’ öyküsünde şöyle der Erbil: “Yüksek camlardan dışarısı görünüyor, orayı seyrediyorum, Kızılmeydan’ı. Moskova’nın göbeği burası, büyük ekim devrimiyle açılmış bir alan. Bütün dünyanın, insanlığın kurtuluşuna açılmış ilk umut alanı. 1918’de Lenin’in kızıl askerlerle birlikte, törenle ant içtiği yer burası... 1918’in uğultusu kesiyor soluğunu adamın, 1918: ‘...Kardı kıştı, soğuk ciğerleri deliyordu, Lenin işte şuradaydı, kızıl taburları selamlıyordu, kasketini yumruk gibi tutuyor sol elinde. Kızıl savaşçıların çizmeleri, postalları su çekiyordu, kaputları yamalıydı, alay bandosu ‘Sovyet egemenliği için savaş’ marşını çalıyordu. Savaş kesimlerine doğru ilerliyordu boz kaputlar, delik postallarla devrimciler, kendileri için savaştıklarını iyice bilen devrimciler...’ diye geçmişti bu alan tarihe...
Tacettin’in sesi doluyor kulağıma: ‘...bizim yazarımız Gülizar’dır. Gülizar Tekbasar’dır. Çağıracaksanız onu çağırın ülkenize, çevirecekseniz onu çevirin edebiyatınıza. Siz tutmuş Türkân Seymen’i soruyorsunuz bana...’ Duraksıyor bir an, toparlıyor sesini hemen gülmesinin eşliğinde son sözü çıkarıyor ağzından, ‘Türkân diye bir ‘kadın yazar’ da vardır, ama o bize hâlâ iki bacağının arasını göstermekle meşgul!’ İniyor kürsüden. Alkışlıyorlar, iriyarı, babacan, al yanaklı bir adam kucaklıyor öpüyor yanaklarından. ‘Yoldaş Taci’ diye sarıyorlar çevresini...İçim sızlıyor, yokluyorum yüreğimi: Kıskançlık değil bu, biliyorum iyice, değil, olsa olsa Kızılmeydan’ı koruma içgüdüsü...”
Bu içgüdüyle mektuplar yazıyoruz birbirimize, 4 Haziran 2008’den bugüne. Bir mektubunda Gorki’den, Lenin’den, Mustafa Kemal’den söz ediyor Leylâ Erbil:
“Gorki, Lenin’i anlatırken, bir çocuğun başını okşayarak şöyle konuştuğunu söyler: ‘Bunların hayatları bizimkinden daha iyi olacak. Bizim çektiklerimizin çoğunu onlar çekmeyecekler. Yaşayışları daha az gaddar olacak ama ben onlara imrenmiyorum. Bizim nesil, tarihi önemi bakımından şayan-ı hayret bir işi başardı. Bizim devr-i idaremizdeki zulüm, varolan vak’aların ve hadiselerin zoru ile olmuştur. Bir gün bunu anlayacaklar ve bizi bağışlayacaklar. Her şey anlaşılacak, her şey...’ Kanlı Sovyet devriminin diktatörlerinden biri olan Lenin söylüyor bunları bir küçük çocuğun başını okşayarak. Böyle adamları bizim daracık havsalamız ne kadar zor anlar. Ülkemizde ise hâlâ, devrimleri Mustafa Kemal gibi bilimden, akıldan yana ‘diktatörler’in değil, halkı din ile aldatanların yapacağını sanan boy boy aydınlarımız var...Elbette putlaştırmadım Mustafa Kemal’i, eleştirime herkes açıktır. Ama kaç yerde yazdım; solcuların, benim ona olan muhalefetimiz daha ileri bir dünya görüşü adınadır, din sömürücüsü tarikat hokkabazlarının iktidarı için değil.”
Kendine özgü noktalama işaretleriyle, “Başkaldırı eskidi, başka yollar bulmalı” diye yazabilme cüreti de odur, “Avludan pencereye vuran Vermeer’imsi ışığa karışmış ince bir adam dere gibi akar geçer camdan arada bir” inceliği de. “İçinde boş inançlardan başka değer taşımasına izin verilmeyen ve durmadan sığınacak koltuk altı aramak zorunda bırakılan bizhalk, (avam, cemaat, taban, yoksul, cahil, ahali, köylü, kentli, kasabalı, baldırı çıplak, amele, aşiret, ümmet, proletarya, millet) ulu Tanrı’yla iç içe geçmiş parçalanamaz ve kurtulunamaz ve kutsal cihan imparatorunun yüksek amaçları önünde elbette duramazdık ayakta” derken, dünü mü bugünü mü anlatmaktadır? “Belki sana anlatırım bir başka gün,,,birisine anlatmak da ucuzlatıyor ya işi,,,ne bekliyorsun karşındakinden,,,o acıyı gidermesini mi,,,en iyisi susmak,,,susamıyor da insan” derken, kendisini mi, bizi mi?
Bir an Gorki’nin ‘Ana’sını görüversek, öz annemizinki kadar mübarek saydığımız ellerini öper, başımıza koyarız, değil mi?..Gorki de Leylâ Erbil’i görebilse, aynısını yapardı.
Onu kalbimizin en müstesna yerinde saklayalım, orada iyileştirelim, kavuşturalım sağlığına.
Biliyorum iyice, olsa olsa Kızılmeydan’ı koruma içgüdüsü bu. Kimsenin kimseyi -kendini de- kandırmadığı, hakikatli bir hayat düşü…