Geçtiğimiz günler İsrail’in Ankara’nın uzun zamandır beklediği özrü dilemesi ile hareketli geçti. Gözlemciler bu özrün niteliği hakkında konuştular, gazeteler bunun ardındaki nedenlerle ilgili sütunlar dolusu yazı ile doldu taştı. Kimi durumu samimi buldu kimi ise dudak büktü. Ne ise ne! Esasen bu özrün ardından ne İsrail diz çökmüş oldu, ne de Türkiye bir diplomatik zafer kazandı.
Özür dilemek de onu kabul etmek de bir erdemdir. İsrail, kuvvetle muhtemel, iç siyasi konjonktürü dolayısı ile, bu konuda bir gecikme yaşadı. Seçimlerden sonra oluşan hükümet, elbette biraz da Başkan Obama’nın ısrarı ile olsa gerek, bu adımı attı. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, bu adım bir sonuç değil bir başlangıçtır. Şimdi, top İsrail’in sahasından Türkiye’ye geçti ve artık Ankara’nın yaklaşımının ne olacağı merak konusu...
Özür ile birlikte ölenlerin ailelerine tazminat ödenmesi de gündemde. Bunun niteliğini ve niceliğini tespit etmek için bir heyetin bu hafta Türkiye’ye gelmesi bekleniyor. Bunlar taraflar için sıkıcı ancak aşılması gereken süreçler. Elbette ki esas olan, bu süreçlerin sonrasında iki ülke halkları arasında ister istemez ekilmiş şüphe tohumlarının yerini dostluğun alması olacaktır. Siyasilerin kendi bozduklarını onarmada istekli davranmaları, kamuoyu yönlendiricilerinin de sorumlu bir tavır içinde olmaları bu sürecin başarıya ulaşması için gerekli. Ne yazık ki, medyada çıkan bazı yazılar, sanal alemde yayınlanan bazı görüşler, olayları kavramada daha “yenilecek çok fırın ekmek” olduğunu gösteriyor. İsrail nefreti ile harmanlanmış komplo teorileri değişik yerlerden karşınıza çıkıveriyor.
Mavi Marmara olayı her anlamda hatalarla yüklüydü ve tarihin sayfalarına böyle yazılacaktır. “Hata neredeydi?” , “Hatalı kimdi?” gibi soruları yinelemek ve bunlara yanıt aramak, bugün gelinen noktada polemik yaratmaktan öteye gitmeyecektir. Yaşantı içinde kimsenin, gelişen olaylar karşısında, yüzde yüz suçlu ya da yüzde yüz suçsuz olamayacağı gerçeği ıskalanmamalı… Burada esas olan yaşananlardan ders alınması ve bu dersin herkesin hanesine artılar yazmasıdır.
Ateş düştüğü yakar. Hiçbir özür geri dönüşsüz hataları hafifletmez elbette. Ancak, bu böyledir diye de, olaylara sırt çevrilemez ve toplumların için için kaynamalarına, nefret ile beslenmelerine izin verilemez. Bu gibi duyguların zamanla kaynağını aşındırdığını, sosyal huzursuzluklara zemin hazırladığını tarih göstermiştir.
Alman nefreti ile yetişen Fransızların, Rus nefreti ile yetişen Almanların, Çin nefreti ile yetişen Japonların tarihte nelere sebep olduklarını anımsayalım. Benzer birçok toplumsal nefreti bu listeye ilave etmek olası. Bunların tarafları savaş alanlarında defalarca karşı karşıya gelmişlerdir. Ancak bakın görün ki, bugün Almanya ile Fransa Avrupa Birliği’nin devamı için birlikte politikalar üretmektedir. Almanya en önemli ihraç pazarını Rusya’da aramaktadır. Japonya pahalı işgücünü Çin’de bulduğu fırsatlarla ikame etme yoluna gitmektedir. Ve de, Almanya, İsrail ile yalnız diplomatik ilişki içine girmekle kalmamakta, yaşamın her alanında derin işbirliklerine de imza atmaktadır.