Max Frisch’in güncesini okurken, işsizlikle ilgili kimi sözleri üstünde durup bir süre soluklandım. Kitaptan gözlerimi ayırdığımda aklımdan neler geçmedi ki...
Yeri geldiğimde söylemişimdir:
İşsiz kalmak, daha doğrusu bir uğraştan yoksun olmak beni her zaman korkutur. Ne olursa olsun, sabah gözlerimi açtığımda taşıyabileceğim bir sorumluluğun, beni mutlu edecek bir uğraşın, o günümü dolduracak bir işimin olduğunu bilmek bana göre en büyük keyif doğrusu. Yaptığım her işin mutlaka parasal ya da onun karşılığı maddesel bir getirisi olması gerekmiyor. Kuşku yok ki varlığımı sürdürebilmek, yaşadığım sosyal çevreye ayak uydurabilmek, benim ve ailemin belirli gereksinimlerini karşılamak için, sağlam ve düzenli bir gelirle kendimi güvenceye almam en doğal olanıdır. Ayrıca bir karşılığı olmasa da, yalnızca sağlığımı korumam açısından, zamanımı değerlendirebileceğim bir işimin olması benim için önemlidir.
Max Frisch’ten söz ediyordum...
İsviçre edebiyatının önde gelen yazarlarından biri olan Frisch, Mayıs 1946 tarihli güncesinin bir yerinde, niçin çalıştığımızı ancak işsiz kaldığımız zamanlarda anlayabildiğimizi yazar. Yine işimizin, Ariadne’nin ipiyle bir benzetme yaparak, sabahları ansızın ve acımasızca uyandıran, korkulardan koruyan, bizi çevreleyen labirentte ilerlememizi sağlayan tek şey olduğunu söyler.
Nedir bu Ariadne’nin ipi?..
Araştırdığımızda, bununla ilgili çok farklı söylenceler okuyabiliriz; ancak tümü bizi aynı sonuca götürür. Ariadne, Minos’la Pasiphae’nin kızıdır. Girit’e, Minotauros’la savaşmak için giden Theseus, bu kızı görür görmez sevdalanır. Boğa başlı insanı öldürmek için Labirente giren Theseus’a dönüşte yolunu bulabilmesi için, Ariadne ona bir yumak iplik verir ve bu şekilde çıkışı bularak kurtulur.
Frisch, güzel bir benzetmeyle, yaşam labirenti içinde işimizin, bu tür bir ip olduğunu söyleyerek, bizi yolumuzu yitirmekten kurtardığını söyler.
Çalışmayı çok sevmemize, giderlerimizi karşılamak üzere ona gereksinim duymamıza ya da can sıkıntımızdan kurtulmak istememize karşın, bu tür bir soru her zaman pusuda beklemektedir:
Ya bir işimiz olmasa?..
Doğrusu, bunu düşünmek bile istemem! Belirsizliğin, umutsuzluğun, tekdüzeliğin, bir başka deyişle sürekli tembelliğin egemen olduğu bir yaşam... Hiç de bana göre değil! Yoğun bir işten sonra, tembelliği doğal bir hak olarak görebiliriz; ama sürekli olduğunda, bu eğilimi hiçbirimizin hoş görebileceğini düşünemiyorum.
Voltaire’in şu sözlerini de araya sıkıştıralım:
“İnsan cennete çalışması için gönderilmişti, bu da insanın dünyaya dinlenmek için gelmediğini gösteriyor. Çalışmak için ille de bir neden gerekmez. Yaşamı dayanılır kılmanın biricik yoludur çalışmak.”
Bir kitapta okumuştum:
İkinci Dünya Savaşı’ndan önce, Almanya’da giderek yükselen işsizliğe bir çare olarak boş gezen insanları toplamışlar, sözde iş sağlanıyormuş duygusunu vermek için dibi delik fıçılarla onlara su taşıtmışlar. Bu işe katılmış bir adam, anılarında şöyle diyormuş: “Hayatımda bundan büyük bir işkence düşünemiyorum. Yararsız ve gereksiz bir insan durumuna geldiğimi ilk kez o günlerde hissettim ve üç gün çalıştıktan sonra aç kalmayı göze alarak delik fıçıya su doldurmak önerisine kesinlikle karşı çıktım.”
Kendi payıma, Ariadne’nin ipinin hiç elimden düşmemesini dilemekten başka söyleyecek bir sözüm yok!