B
undan yaklaşık beş sene önceydi. Fenerbahçe Zico yönetiminde Şampiyonlar Ligi’nde devleri bir bir dize getiriyordu. İlk defa Şampiyonlar Ligi gruplarından çıkmayı başaran bir kadrosu vardı artık Fenerbahçe’nin. Gruptan çıkmak Türk futbolu açısından bir zafer demekti. Kimse daha fazlasını beklemiyordu. Beklemiyordu çünkü grup maçlarından sonra Fenerbahçe’nin karşısına çıkacak takımlar artık ekonomik olarak Sarı Lacivert kadronun 5-10 misli büyüklüğündeydi. Sevilla çıktı karşılarına, hani şu arka arkaya iki sezon UEFA Kupası’nı müzesine götüren takım. Otoriteler “buraya kadar, artık bu maçlardan zevk almaya bakalım,” kafasındaydı.
Bir de bir hakem eskisi yorumcumuz olan Ahmet Çakar’ın kendine has yorumları düşüyordu gündeme. Çakar, “Fenerbahçe turu geçsin bikini giyerim” demişti canlı yayında. Show Tv’nin spor editörü Bülent Tuncay, bu cümleyi hemen ekranın alt kısmından duyurmuştu tüm Türkiye’ye.
Maç günleri geldi geçti, Fenerbahçe Sevilla’yı eleyerek çeyrek finale çıktı. O gün benim açımdan Ahmet Çakar’ın programını izlemek belki de en keyifli maçlardan bile daha keyifliydi. Futboldu bu sonuçta, her şeye gebe bir spor.
Yıllar birbirini kovaladı, Zico’lar gitti, Aragones’ler, Daum’lar geldi. Onlar gitti ve Aykut Kocaman göreve geldi. Aykut Kocaman’a daha önce Fenerbahçe tarihinde görülmemiş yetkiler verilmişti. Hem sportif direktördü, hem teknik direktör Kocaman. Bunun anlamı şuydu artık kimse Kocaman’ın işine karışmayacak ve Aykut Hoca futbol ile alakalı tüm kararları kendi başına verecek ve kendi başına onaylayacaktı.
Bu yetkiler Fenerbahçe gibi zor bir camiada kimseye kolay kolay verilebilecek yetkiler değildi. Bunun anlamı “güven”, “aşırı güven” hatta ve hatta “kayıtsız, şartsız güven” idi.
Camia Aykut Kocaman isminden çok şey bekliyordu. Ancak Fenerbahçe camiası öyle bir camiaydı ki “sabır” kelimesi bu camianın sözlüğünde yazmıyordu. Kocaman Fenerbahçe’nin başındaki ilk on yedi maçlık periyodunda pek de başarılı gözükmüyordu. Takımı lider Trabzonspor’un oldukça gerisinde kalmıştı. Herkes Aykut Kocaman’ı “teknik direktörleri acımadan öğüten camianın” yeni yemi olarak kabullenmeye başlamıştı ki, Fenerbahçe ikinci on yedi maçlık periyodunda on altı galibiyet bir beraberlik alarak ligi şampiyon olarak tamamladı.
Aykut Kocaman artık bir kahramandı, sonuçta kulüp tarihinde hiç kimse hem futbolcu hem de teknik direktör olarak şampiyonluk kazanamamıştı, bir de Fenerbahçe’yi şampiyon yapan iki Türk’ten biri olmuştu Kocaman.
3 Temmuz şike olayları patlak verdiğinde takımın başında yine o vardı. Kazandıkları şampiyonluğun şike ile kazanıldığını kamuoyunda günlerce, Türk medya tarihinin görmediği uzunlukta programlarla yazıldı çizildi.
Ertesi yıl takımı şike olaylarının içerisindeyken, son maça kadar şampiyonluğu kovaladı. Ancak olmadı. Ezeli rakibi Galatasaray’a kaptırmışlardı şampiyonluğu.
“Teknik direktör öğütme makinesi” yeniden çalışmaya başlamıştı. Ham madde ise Aykut Kocaman olacaktı…
Bu sezon yani Aykut Hoca’nın üçüncü sezonu da pek parlak başlamadı. Makine hızlanarak çalışmaya devam ediyordu. Hoca, öğütüldü, öğütülecek derken bugün itibari ile onun Fenerbahçe’si UEFA Avrupa Ligi’nde yarı finalde, Türkiye Ligi’nin en güçlü iki şampiyonluk adayından biri ve Türkiye Kupası’nda yarı finalde.
Ben de bu yazıyı Aykut Kocaman’ı teknik direktör olarak beğenmeyen, onu her platformda eleştiren, istifa ettiğinde Fenerbahçe adına sevinenlerin başında gelen biri olarak yazıyorum. Bu yazı belki de benim gibi düşünen birçok kişinin düşüncelerine kılavuz olacak bir yazıdır.
Ahmet Çakar Sevilla maçından sonra şunu demişti: “Futbol bu, adama bikini de giydirir, jartiyer de.”
Benim gibi düşünen herkesin sana bir özür borcu var Aykut Hocam. İyi ki bizim gibi seni her platformda eleştiren adamlara inat istifanı geri alıp bizi üzmüşsün, iyi ki sembolü olduğun camiayı Avrupa’da son dört takım içerisine sokmuşsun. İyi ki bizleri mahcup etmişsin ve iyi ki bana bu yazıyı yazdırmışsın. Senden özür dilerim…