Jon Krakauer’in Yabana Doğru kitabını okurken, kahramanı Alex McCandless’in mektubundaki şu sözlerine takıldım:
“Neşe ve mutluluğun yalnızca insan ilişkilerine dayandığını düşünüyorsan yanılıyorsun. Tanrı bu hazzı her yere saçmış durumda. Yaşadığımız her şeyin içinde bulabilirsin bunu. Tek ihtiyacımız olan, alışkanlıklarla örülü yaşam tarzımıza sırtımızı dönüp yepyeni bir yaşama adım atmamızı sağlayacak cesaret. (...) Kendin ve yeni koşullara geçmemek için gösterdiğin inatçılık dışında savaşacağın hiçbir şey yok.”
Alex bir kurgu kahramanı değil, gerçek bir kişilik. Bu söylediklerini de her şeyini arkada bırakarak yaşamış. Hem de ölümü göze alarak...
McCandless’in kısa ancak dolu dolu geçmiş yaşam öyküsünü okuyup bitirdikten sonra kendi kendime şunu sordum: Bir süre için de olsa, alışkanlıklarla örülü yaşam tarzımı değiştirebilir miyim?
Düşünmeme bile gerek olmaksızın, “Hayır!” yanıtını verdim. Yaşamımda bazen kimi değişimleri ve değişiklikleri içtenlikle arzuluyor olsam da, bunu gerçekleştirmekte her zaman başarılı olamıyorum. Bunun için ya kışkırtıcı bir dürtü gerekiyor, ya da birinin beni bu yola sürüklüyor olması... Zaman içinde belirli bir düzene o denli alışıyorum ki, bu çemberin dışına çıkmak, farklı arayışlara girmek öncelikle beni tedirgin ediyor. Sonradan bunun gereksizliğini ve kimi değişimlerin benim için ne denli önemli olduklarını anlıyor olsam da, önyargılarımı kırmak her zaman kolay olmuyor.
Zaman zaman bazı insanlara imrenmiyor değilim. Bir anda karar verip yolculuğa çıkarlar, sıkıldıklarında veya kendilerini başarısız gördüklerinde işlerini değiştirirler, bir başka kente ya da ülkeye taşınırlar, yeni arayışlara girerler... Oysa ben öyle miyim? O denli ince eleyip sık dokuduktan sonra ya işin heyecanını kaçırıyor ya da yapmak istediğim o değişiklikten vazgeçmek durumunda kalıyorum. Aslında yakınmamın da bir anlamı yok. Bu benim seçimim; alışkanlıklardan koptuğum, büyük değişimlere açık olduğum zaman da mutsuz oluyorum.
Paulo Coelho’yu okuduğumda, tümüyle karşıt görüşte olduğunu görüyorum:
“İstenmeyen, değişenleri de ziyaret eder, değişmeyenleri de. Ama değişenler en azından ‘Ben ilginç bir hayat yaşadım, bana sunulan nimetleri boşa harcamadım’ diyebilirler. Maceraya atılmanın tehlikeli olduğunu düşünüp tekdüze bir hayat yaşayanlarsa vaktinden önce ölür.”
Coelho’nun sözlerine takılıp karamsarlığa düşmenin gereği yok! Bana göre her şey, tekdüze bir hayatı nasıl algıladığımızla bağlantılı... Bir de değişimin sınırlarını ne kadar esnetebiliyoruz, ayrıca tartışılabilir.
Yeni arayışlar, farklı serüvenler herkesi ne kadar mutlu eder, yaşantısına nasıl bir renk katabilir, bilmiyorum. Kendi yaşantımda gerçekleştiremediğim serüvenleri, bir başkasının kaleminden okuyarak keyif almak, belki benim gibi yeryüzünde binlerce insanı mutlu etmek için yeterli olabiliyor.