Ben de ahkâm keserim. Herkes kadar... Bazen biraz daha fazla. Arpacı kumrusu gibi düşünmekten, kafamın içinin kitsch olduğunu yazmıştım daha önce. Yazılarım da aynı sürecin sonucunda ortaya çıkıyor. Hayatı düşünüyorum, insanoğlunun davranışlarını, sözlerini, söyledikleriyle yaptıkları arasındaki farkları... Hayvanları izliyorum, bitkileri de tabii. Gözlemlediklerime bir anlam yüklemeye ve bir sonuca varmaya çalışıyorum. Varoluşu sorgulamıyorum çünkü elimden geldiğince büyük bir teslimiyet içinde sürdürüyorum yaşantımı. “O ne verirse, iyidir.”
İlk gençliğimin bir bölümünü seyirci olarak yaşadım. Her söze atlayan, habire konuşan biri değildim. Daha çok, biriktirirdim: fikirleri, görüşleri, anıları, sevgi gösterilerini, mideme yumruk gibi inen ihanetleri, düş kırıklıklarını ve küçük mutlulukları. Büyük beklentilerin boş olduğunu; büyük coşkuların yerini hüsrana bıraktığını; büyük aşkların unutulduğunu; büyük dostlukların ya düşmanlık, ya da ilgisizlikle son bulduğunu; büyük zenginliklerin suyunu çektiğini gördüm, Bu yüzden bir tür çokbilmişliğim vardır maalesef.
Din felsefesine merak salalı ve Yahudi gibi yaşamaya (en azından buna gayret etmeye) karar vereli on üç yıl oldu. Yahudilik hakkında okumadığım veya yazmadığım gün yok gibi. Yahudilik Üniversitesi’nde doktora yaptım, şimdi doçentliğe çalışıyorum deermişim! En dünyevi işlere bile, sürekli şükretmek suretiyle bir ibadet unsuru katmaya çalışıyorum ve işin güzeli, bunu artık doğal bir şekilde gerçekleştiriyorum. Ekmeği ağzıma yaklaştırırken bir an durup bekliyorsam, bilin ki, -yüksek sesle değilse bile- şükran duası okuyorum. Bu kadar itiraf yeter sanırım. Şimdi sıra, düşüne düşüne oluşturduğum ve hayatı kolaylaştıracağını sandığım basit ilkeleri sıralamaya geldi:
-Kendinizi sevin. Hem vücudunuzun, hem de ruhunuzun ihtiyaçlarına saygı duyun: Vücudunuz yemek istiyorsa, yedirin, gezmek istiyorsa, gezdirin, uyumak istiyorsa, bırakın uyusun. Ruhunuz okşanmak istiyorsa, başkasından beklemeyin, siz okşayın. Kendinizi başka insanlara beğendirmek zorunda değilsiniz. Aşem beğensin, yeter.
- Ruhunuzun bedeninizden dışarı çıkmasına ve bunu gözleriniz vasıtasıyla yapmasına izin verin. İlla ki bir kitaba ya da bir ekrana bakmaya zorlamayın onu. Etrafta olup biteni; ağaçları ve yaprakları; çiçekleri ve gökyüzünü; denizi ve köpüklü dalgaları; uçakta iseniz, yumuk bulutları ve karlı dağları seyretsin. Yağmurda ıslanın. Çimlerin, kumların üstünde yalınayak yürüyün. Korkmayın, hemen üşütmezsiniz.
- Zaman zaman sorumluluklarınızdan kaçın ve bu konuda kimseye hesap vermeyin. Küçük kaçamaklar insanı gençleştirir.
- Hayır demekten çekinmeyin ve bazı kişileri gücendirmeyi göze alın. Sizi de az kırmadılar bugüne dek, öyle değil mi?
- Çalışın ama ölesiye değil. Talmud’un öğütlediği gibi: “Basit bir iş yapın. Yelek dikin mesela.” Üretici olayım derken kendinizi tüketmeyin. Eninde sonunda bayrağı devretmeniz gerekecek. En verimli senelerinizi kaybetmiş sayacak duruma düşürmeyin kendinizi. Saymaktan da kötü... Bir gün bakmışsınız ki, gerçekten kaybetmişsiniz en güzel yıllarınızı.
- İnsanlara vakit ayırın. İnsanca yaşamalarından siz şahsen sorumluymuş gibi hissedin. Kimsenin acısına kulak tıkamayın.
-İnsanları dinleyin. Kimden ne öğreneceğiniz hiç belli olmaz. Bu konuda çok ama çok şaşırabilirsiniz.
-Para ile ilişkilerinize çok dikkatli olun. Küçük hesapların adamı olmayın çünkü Aşem sonunda sizi küçük hesaplarla, kuruşlarla uğraşmaya mahkûm edebilir. Paranın araç olduğunu asla unutmayın. Önemli olan paranın miktarı değil, bereketidir, bunu sağlayan da Aşem’dir. Aşem’i kazancınıza ortak ederek, üç kuruşun bereketini artırın. Aşem kazanca nasıl mı ortak edilir? Tsedaka vererek tabii.
- Zaaflarınızın başkaları tarafından kullanılmasına izin vermeyin ve buna fırsat tanımayın. Gerekirse zaaflarınızın bedelini ödeyin. Örnek mi? İşten kaytaracaksanız, sekreteri veya telefon santralini suçunuza ortak etmeyin, yokluğunuzu açıklamak için yalan söylemesini istemeyin çünkü gün gelir, “o yaptığınız yaramazlıklar, canınızı çok yakar!”
- Her günü, Aşem’e hesap vereceğiniz bilinciyle yaşayın. Yine de, “Benim Tanrı’dan başka kimseye verecek hesabım yok,” derken, bu dünyada en başta kendi vicdanınıza hesap vermek zorunda olduğunuzu unutmayın.
- Vicdanınızın sesinden rahatsız olmayın. Boşboğazdır, gevezedir, namus kumkumasıdır ama iyi muhafızdır doğrusu.
- Affedin ama unutmayın. “Forgive I can, but forget, I cannot!” Bu sözün çok arabesk kaçması, doğruluğuna halel getirmez. Unutursanız, ders almış sayılamazsınız.
- İçinizde nefrete yer olmasın. En kötü duygudur nefret. Daha toprağa girmeden, kurt gibi kemirir insanın yüreğini.
- Doğadaki kirlilikten kaçtığınız gibi, düşünce ve söz kirliliğinden de kaçın. Herkes kafasının içini temiz tutsa, sokakları süpürmeye... Pardon, detoksa gerek kalmayabilir.
-Korkularınızı kabullenin, onlarla arkadaş olun ama sizi ezmelerine asla izin vermeyin. Neden doğduklarını keşfetmeye çalışırsanız, kendinizi daha iyi tanırsınız.
- Pişmanlık acı vericidir ama faydası çoktur. Ruhu arındırır.
- Çoğu kişi adalet dağıtıcılığına girişmemenizi öğütleyecek ve bunun, üstünüze vazife olmadığını söyleyecektir. Yanlış! Ceza kesemezsiniz elbet ama hakkaniyetliyseniz gerçekten, adaleti rahatlıkla sağlayabilirsiniz.
- Doğru bildiğinizi savunmaktan korkmayın. Bu yüzden sizi sevmeyecekler varsa, sevmesinler. Veya sevecek olanlar, doğruculuğunuzla sevsinler.
- Evren bizim için yaratıldı ama sömürmemiz ve sonunda yok etmemiz için değil, devamlılığına zarar vermeden yararlanmamız için. Bu dünya deney alanımız değil, sınav yerimizdir.
Bu kadar mı, diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Şimdilik bu kadar diyeyim.
Sevgiyle ve Pesah’ın yeni özgürlükleriyle, mutlu kalın.