Geçen hafta bir vesile ile Balat, Or-Ahayim Hastanesi Polikliniği’ne gittim. Randevu saatinden erken vardığım için bahçede oturup bir çay içtim. Haliç’in kıyısında konuşlanmış hastanenin bakımlı bahçesinde oturmak keyif. Zamanı geldiğinde polikliniğe gittim. Gözlerim hemen bölüm sorumlusu Eva Şabay’ı aradı. Her nedense Eva Hanım orada olunca kendimi daha güvende hissediyorum. İnsanı rahatlatan, çözüm üreten ve hepsinden öte güleryüzlü bir kişiliğe sahip. Bu özellikleri poliklinikten içeri giren herkes için geçerli. Genç nesil çalışanlar gülümsemenin hastalar için ne denli önemli olduğunu henüz kavramamışlar. Bu arada beklemekte olan benden bir-iki nesil büyük, yüzleri aşina kişileri gözlemledim. Polikliniğe sık geliyor olmalıydılar, zira yetkililer kendilerini isimleriyle çağırıyorlardı. Yaş kavramı çok garip. Otuzbeş yaşındayken, ‘60’ıma kadar gelsem, yeterli’ diye düşünürdüm. Oysaki şimdi ‘60’ıma yaklaşırken, yaşlılığın henüz uzağımda olduğunu hissediyorum. Ancak yaşlanma olgusu da şekil değiştirdi. İnsanlar, geçmişe oranla, kendilerine daha iyi bakıyor, daha bilinçli yaşıyorlar. Tıptaki tüm gelişmelere rağmen, sonuç daha mı iyi; tartışılır…
***
Balat sık gittiğim bir semt değil. Güneşli havadan istifade, hazır oradayken hastaneden çıkıp ışıklardan karşıya geçtim. Ara sokaklarda dolaşmaya başladım. Bir anda şehirden ayrılıp bir kasabaya gelmiştim sanki. Değişim bu denli fark edilir mi? Sağlı sollu dükkânların hepsi tek katlıydı. Bakkal, saatçi, tümü plastik eşyalarla dolu oyuncakçı, hamam v.s. Daracık sokaklardan tek tük araba geçiyordu. Badanası dökülmüş evler, dantel perdeler, pencerelerde sardunyalar. Zaman ağır yürüyordu bu Arnavut kaldırımlarında. Biraz daha yukarılara gittiğimde, ‘Fatih Belediyesi’ yazılı koca pankartlarda çok az arayla düzenlenmiş olağanüstü bakımlı iki park gördüm. Caféleri, oyun alanları, oturma yerleri, çimen ve çiçekleriyle cennetten bir köşeydi sanki. Çevre halkının oralardan yararlandığını sanmıyorum. Nitekim gelenler de yerli turistlerdi. Az yukarda/ötede onbeş kişilik bir fotoğrafçı grubu küçük bir kıraathanenin dışında çay içiyordu.
Arka planda çarpık kentleşmenin mor, gri, pembeye boyanmış küçüklü, büyüklü evleri… Bu kadarcık mesafe içinde iki Ermeni, iki Rum kilisesi ve iki sinagog bulunuyor. Fener Rum Lisesi’nin oraya kadar çıkamadım. Bir başka sefere. Aslında oraları daha çok merak ediyorum.
UNESCO’nun Balat’ı koruma altına alma projesi ile nereleri elden geçti? Proje sözü edildikten sonra kimi kesimlerin yatırım amacıyla aldıkları yerler neresi? Gerçi buralara yapılan çok profesyonel günübirlik turlar mevcut. Öyle gezmeyi seviyorum. Ancak tek başıma veya bir arkadaşımla sokak aralarında kaybolmayı, istediğim yerde istediğim süre dolaşmayı da ayrıca seviyorum.