Bazı insanların iki evi vardır. İki ayrı ülke, iki ayrı şehir, iki değişik arkadaş gurubu… Benim için de bu evlerden biri yaşamakta olduğum İstanbul, diğeri ise beş buçuk sene yaşadığım, vaktim ve imkânım olduğu zamanlarda ara sıra ziyaret ettiğim Boston’dur. Uçağın tekerlekleri bir şehrin havaalanının zeminine değince, daha pasaport kontrolünden bile geçmeden, şehri görmeden, hatta apronun orada heyecanlanabilir mi bir insan? Ben, Boston’daki Logan Havaalanı’na vardığımda işte böyle heyecanlanırım. Sanki uzun seneler geçmemiş gibi, sanki baştan okula başlayacak, o kırmızı tuğlalı evime kavuşacak gibi.
Tatil için gitmek daha da keyifli Boston’a. Gece üçlere kadar süren ders çalışma seansları olmadan, sadece en sevdiğiniz dostlarınızla vakit geçirerek, en sevdiğiniz sokaklarda yürüyerek, mis gibi kahve ve yaban mersinli pancake kokan favori kahvaltı mekânınızın önünden geçerek, istediğinizi giyerek, istediğinizi görerek, istediğiniz yere giderek… Öğrencilik yıllarında binmekten sıkıldığınız, “keşke bir arabam olsa” diye düşlediğiniz zamanlarda bindiğiniz ‘T’ yani metroya binmek bile daha bir güzel gelir otuzlu yaşlarda. Tatildesinizdir, aceleniz yoktur. Etrafınızı seyredersiniz, insanları incelersiniz, içinize anlamsız bir mutluluk dolar. Rahattır Boston’un insanları, medenidir, huzurludur. Belki de mutlu oluşunuzun nedeni şehrin size verdiği huzurdur.
***
15 Nisan günü en yakın arkadaşlarımdan birinin işyerinin önünde patlayan bombayı CNN’den seyrettiğimde algılama zorluğu yaşamam, gözlerimin gördüğünü beynimin algılamak istememesi, benim için ‘huzur’ kelimesini çağrıştıran bir şehirde aynı gün içinde patlayan üç bomba, beni yürekten üzdü. Yıllarımı geçirdiğim sokakta, Boston Maratonu sırasında çıkan kaosu seyretmek ve arkadaşlarımın sağlığı için endişe etmenin yanı sıra, bu olayın Boston’da olmasını kabullenemedim bir türlü. Oysa ne kadar yanlış ve kötü bir düşünce, değil mi? New York veya Bogota’da bombalar patlasa ‘normaldir’ kafa yapısında olma… Sükûnet ve huzuruyla yıllarca olaysız yaşanan bir şehrin huzurunu bozmanın, hele neredeyse yarı yaşımızda olan Çeçen kardeşler tarafından kolaylıkla bombalayarak yapılması, Boston hakkında yirmi yıldır aklıma gelen ikinci kötü olay. Birincisi ise 1996 yılında yaz aylarında bir arkadaşımla Boston Film School’da bir workshopa sıralarda işlenen bir cinayetten sonra, ders aldığımız okulun karşısındaki çöplüğe atılan kadın bacağı olayı idi. Neyse ki ona bizler şahit olmadık, gazetede okuyup öğrenerek belki yıllarca sürecek bir travmayı atlatmış olduk.
İnsanın sevdiklerine, sağlığından endişe ettiği arkadaşlarına cep telefonuyla ulaşamaması çok kötü bir his. Cep telefonlarıyla yaşamaya o kadar alışmışız ki, almak istediğimiz haber bir iki saat gecikince büyük bir endişe yaşıyoruz. Birkaç saat sonra açılan telefonlar ve Facebook’a son haberlerini yazan arkadaşlarla irtibat kurduktan sonra, ulaşamadığım bir arkadaşım en nihayet gece 2:30’da bana dönünce, başımı yastığa koyabildim. Boston’da yaşayan en sevdiğim iki arkadaşım, karısına ulaşamayan üniversite arkadaşım, maratonda koşacağını bildiğim arkadaşlarım, Boylston Street civarında iş yeri olan arkadaşlarım, hepsi sağlıklıydı ve hepsi sevdiklerinden haber almıştı. Günün sonunda önemli olan sadece bu ikisi; sağlık ve huzur. Çoğu zaman unutsak da…