Geçtiğimiz ay, 2 Nisan günü Otizm Farkındalık Günü’ydü. Otizm nedir, ne değildir üzerine çokça yayın görüp okumuş olabilirsiniz. Otizmde rastlanan ilişki ve iletişim problemlerinin sadece otizme özgü olmayan yanları, bazen erken, vakitlice (şu an için 18-24 ay hedeflenmekte) tanınmasını geciktirebiliyor. Otizmin erken tanınması önemli; zira erkenlik ölçüsünde müdahale çocuğun gelişimine etkili oluyor.
Otizm, göze bakmayan, ismi söylendiğinde bakmayan, başkasının baktığı hatta gösterdiği yöne bakmayan (işitme problemi bulunmayan) küçük çocuklarda akla getirilmesi gereken bir gelişim bozukluğu. İsmine bakmıyor, ancak isminin yanına cazip bir şey (dışarı çıkmak, çikolata vermek) eklediğimizde bakıyorsa bunu saymayıp, sırf ismiyle seslendiğimiz için bakmasını bekliyoruz.
Bu ‘bakma’ konusu neden bu kadar önemli? Neredeyse doğar doğmaz ilk tercihimiz insanların yüzüne bakmak, kafayı çevirmeyi öğrendikçe de insan sesine… Başkasına ilgi duyma ve ilişki kurma içgüdüsünü bir sosyal refleks olarak adlandırmak abartı olmaz. Yüzün anlamını çözmeye, bundan kendimize dönük ipuçları çıkartmaya çalışmak hayatı öğrenmeye çalışırken annemizin surat ifadesine bakarak (bir bebek için) neyin doğru (güvenli) neyin yanlış (tehlikeli) olduğunu anlamanın temel mekanizması.
Otizm ve ilişkili gelişim problemleri, bu sosyal refleksin doğuştan zayıflığı ya da zayıflamaya eğilimi ile bağdaştırılıyor. Genetik yatkınlığı pekiştiren çevresel etkenler ise araştırılmakta. İnsan yavrusunun hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğu annesi, babası ve diğer bakım verenleri ile ilişkisinin başlangıcındaki bağın güçlenmesinde ‘bakışmak’ temel bir rol oynuyor.
Bağın sürmesinde ve başka insanları da kapsamasında katkısı olan dil ve diğer iletişim araçlarının gelişimi ise, ilişki arzusu zayıf olunca, genellikle ancak ihtiyaçlarını ya da meraklarını karşılamaya yetecek kadar oluyor. Otizmden iyileşme ölçüsünde, ilişki kurma sosyal refleksi geliştikçe karşısındakini (ötekini), karşısındakinin ihtiyaçlarını düşünmeyi de kapsar.
Başkasına ne olduğuna ilgi duymak tek başına bir ‘yüzdeyüzempati’ göstergesi sayılabilir mi? O’nun yaşadıklarının bizi ne kadar etkileyeceğini düşünerek ilgi duyuyorsak, ah-vah edip ilerliyorsak ya da merakımızı gidermek için bakıyorsak, karşımızdakinde kendisine samimi ve sahici bir ilgi gösterildiği hissi yaratmıyorsak, ‘yüzdeyüzempati’ demek zor. Birçok durumda yüzde elli’ye razı olmamız, yüzdeyüz’ü kimselerin gerçekleştirememesinden olsa gerek.
Empatiden çıkarak edebiyat, tıp ve vesayet
Otizm’de gelişimin bozulması sonucunda ne olur? Empati çok sınırlı düzeyde gelişir, yetersiz kalabilir. Empati başkalarına ilgimizin aldığı bir şekil, hayatı ve kendimizi anlamak için kullandığımız bir zihin aracıdır. Otizmli bireylerin yoksun kaldığı bu yeti, hayatın birçok alanında sosyal bir varlık olabilmemize imkân verir.
Empatinin kökeninde yer alan başkasına ilgi ve başkasının başına gelenlere merak roman ve öykülerin sayfalarına (elbette, sosyete dergilerinin kim ne giymiş, ne yapmış sayfalarına da) bakmamızın kaynağı sayılabilir. Eğer öyleyse, yazılmış kitaplar şöylece 3’e ayrılabilir mi?
a) bazıları ‘çoksatan’, sayfaları hızlıca çevirerek bakalım ne olacak deyip seyirci olduğumuz durumlardaki gibi hayvanat bahçesi ziyareti tipi okuma (geçen yazımdaki, ‘uçakta doktor var mı’ anonsundan sonra yardım etmeye değil de kime ne olmuş diye bakmaya gelen hanımın yaptığının edebiyat olanı),
b) öyküye kendimizi kaptırdığımızda bizde yarattığı içindelik, öykünün karakterlerini dert edişimiz ile empatinin dozlarının artışı ile giden okuma,
c) öyküye kendimizi kaptırmamıza izin vermeden, bir mesafeyi kasten yaratan, seyirci rolünde seyredilenin durumunun ‘tadını çıkartan’ değil seyredenin, seyredileni nesnel biçimde anlamasını sağlayan epik eserler.
(a) ve (b) tipindeki ‘çoksatan’ların ve ‘Brezilya dizileri’nin empatinin sömürüsüne dayandığı da söylenebilir. (c) tipinde yer alan ‘epik’ eserlerin ise, mesafeyi kasten yaratarak empatiyi sınırlaması, nesnel gerçekliğin görülmesini kolaylaştırabilir. Bu nesnellik, ya da sınırlanmış, mesafeli empati, edebi eserin okunmasını genellikle zorlaştırıcı da olabilir.
Mesafeli empati. Mesafeli empati terimi bana tıptaki nesnellik arayışının doktorların empati ayarını mesafe üzerinden yapmalarını düşündürür. Mesafe ayarı doktorların hastalarıyla ilişkilerinde empatilerini iyi yönetmelerinde kilit önem taşır. Mesafe ayarını yapmak, durumu nesnel biçimde anlamayı kolaylaştırırken, hasta adına hareket edip istemeden zarar verici olma (hiperempati) olasılığını da azaltır. Bu işin tıptaki kısmı; ama hayatın birçok alanında başkası adına hareket etmenin yaygın olduğunu görebiliriz.
Vesayet. Başkası adına hareket etme, onun iyiliği için, onun adına karar verme (vesayetçilik bu, değil mi?) nasıl yaygınlaşır, nasıl kendine bir yer bulur? Anne-babalarımızın bize küçük yaşlarda durma/kalkma ya da belli bir düzene uyabilme becerisi kazandırıp hayatla bağdaşabilecek (ve sonra da güreşebilecek) hale getirmek (bağımsızlaştırmak) yerine, bizim adımıza her şeyi yapmaları sonucunda ‘vesayet’e alışırız. Adımıza hareket edilmesini yadırgamaz, ama bir yandan da için için kendi başımıza bir şey yapamıyor olmanın yetersizliğini hissederek vasimize (vesayeti yürüten) diş bileriz. Bir vasiyi değiştirip diğerini getirmekle de bir süreliğine bağımsızlığımızı kazandığımıza böylece inanırız.