Başbakan Erdoğan’ın ABD Başkanı Obama ile görüşmesi en üst düzey protokol çerçevesinde gerçekleşti. Obama’nın misafirini en iyi şekilde ağırlaması hem Türkiye’ye hem de ikili ilişkilere verilen önemi gösterdi.
İki liderin basına yansıyan sözleri sorunlara yeni bir çözüm getirmemiş olsa da, başta Suriye olmak üzere birçok konuda bir adım sonrasını görmemize yardımcı olacak ipuçları içeriyor. Mikrofonlar karşısında ortak bir görüş sergileyen iki lider, Esad’ın gitmesi gerektiği konusunda hemfikirler. Kanunsuzluğun hüküm sürdüğü Suriye’de Erdoğan’ın ilk defa bölgedeki teröristlerden bahsetmesi, Obama’nın El Kaide’ye bağlı Nusra Cephesi’ne destek verilmemesi konusunda Erdoğan’ı uyardığı şeklinde okunabilir.
Askeri müdahale, uçuşa kapalı bölge, muhaliflerin silahlandırılması gibi talepleri olan Erdoğan’ın karşısında, Esad’sız bir çözümü destekleyen ancak ‘Ortadoğu’ya demokrasi getirmek’ adına yeni bir maceraya girmeye hiç de hevesli olmayan bir ABD başkanı var. Türkiye’nin verilerine rağmen Obama’nın “kimyasal silah kullanıldığına dair yeterli kanıt yok” açıklaması, ABD’nin bu konudaki tecrübelerinin de etkisiyle, ‘oyun değiştirici kırmızı çizginin’ henüz geçilmiş olmasına hazır olmadığını gösteriyor. ABD, Suriye konusunda sihirli bir formül yok derken, diplomasiye bir şans daha tanımayı tercih ediyor. ABD-Rusya ortaklığında gerçekleştirilecek II. Cenevre Konferansı tarafları bir görüşme masasına oturtma amacını taşırken, en büyük dayanağı Rusya’nın Esad’ı gitmeye ikna etme olasılığı. Çok büyük garantiler almadan Esad’ın yönetimi bırakmayacağı gibi, Hizbullah ve patronu İran’ın bölgedeki hükmü söz konusu olduğunda buna izin vereceği de şüpheli. Rusya’nın bölgeye sevk ettiği savaş gemileri ve S-300 füzeleri ise uluslararası toplumun aksine, Rusya’nın her koşulda rejim değişikliği amaçlı bir müdahaleye karşı olduğunu gösteriyor. Rusya İran’ı da sürece dahil etmek isterken başta Fransa olmak üzere itirazlar yükseliyor. Ancak Suriye’de kalıcı bir çözüm için İran’ın da masada olması şart. Erdoğan Cenevre Konferansı’na Esad’a zaman kazandırabilecek bir süreç olarak şüpheyle bakıyor, Şii-Sünni çatışmasının masada bir çözümü olduğuna inanmıyor ancak şu an süreci desteklemek dışında pek bir seçeneği yok.
Türkiye kadar İsrail de yanılgıya düşerek Esad’ın kısa sürede diğer diktatörler gibi devrileceğini sanmıştı. İki yıllık bu dönemde Suriye sınırı göreceli olarak sakin olan İsrail, Türkiye’nin aksine taraf tutma konusuna temkinli yaklaştı ancak kimyasal silahların el değiştirme tehlikesi onu da denklemin içine çekti. Bu silahların Hizbullah’a sevkiyatını engellemeye yönelik hava saldırıları düzenleyen İsrail, Esad yönetimine doğrudan müdahale etmemesine rağmen Hizbullah’ı kızdırmış durumda. Suriye Golan tepelerini Hizbullah’a açarken hedef olarak da İsrail’i gösteriyor.
İkili görüşmelerdeki bir diğer konu ise ABD ve Abbas’ın itirazına rağmen Erdoğan’ın Gazze gezisindeki kararlılığı. Gazze’nin yanında Batı Şeria’yı da ziyaret edeceğini açıklayan Erdoğan, bu sayede dengeyi korumayı amaçlıyor. Erdoğan’ın güzergâhı merak edilirken en doğrusu, özür sonrası başlayan ilişkileri hızlandırmak için Ben Gurion Havaalanı’ndan bölgeye gidip her üç liderle de görüşmesi olurdu. “Özür sonrası taleplerimiz yerine getirildi” ve “tazminat görüşmeleri sonrası her konuda anlaştık” açıklamalarına rağmen “Gazze ablukasının kalkmasını bekliyoruz” denmesi, mahkemenin “Mavi Marmara davasında dört generali istiyoruz” açıklaması, Gazze’ye doğru yola çıkmadan kısa süre önce Komor Adaları bandırasına geçen Mavi Marmara’nın bu ülke üzerinden İsrail’i Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne şikâyet etmesi, Türkiye-İsrail ilişkilerinde pek bir ilerleme kaydedilemediğini açıkça gösteriyor.
Birçok kişi ekonomik bir güç olan Türkiye’nin bölgedeki olayları etkilemede yetersiz olduğu konusunda yorum yapsa da, Erdoğan-Obama görüşmesi ABD’nin bölgesel lider olarak Türkiye’ye verdiği önemi göstermesi bakımından çok önemli. Hem ABD hem de Türkiye, Soli Özel’in de dediği gibi, karşısındakinin kapasitesini daha iyi anlamış ve beklentilerini daha realist bir çizgiye çekmiş durumda. Bu da iki ülkenin ortak bir paydada buluşmasına ve işbirliği konusunda daha yapıcı olmasına yol açacaktır.