Faşizm, tarihin sayfalarına gömülü bir olgu değildir. Bu kelime, insanın tüylerini ürpertmeye yetiyor da artıyor. Faşizmin olduğu yerde demokrasi, düşünce ve hareket özgürlüğü yoktur. Faşizmde medeniyeti bugüne taşıyan her değer hiç sayılır. Çıkar çatışmalarının en korkunç yüzlerinden biridir faşizm.
David OJALVO
Faşizm, tarihin sayfalarına gömülü bir olgu değildir. Bu kelime, insanın tüylerini ürpertmeye yetiyor da artıyor. Faşizmin olduğu yerde demokrasi, düşünce ve hareket özgürlüğü yoktur. Faşizmde medeniyeti bugüne taşıyan her değer hiç sayılır. Çıkar çatışmalarının en korkunç yüzlerinden biridir faşizm. Bu kavram, aynı zamanda bir damgadır. Bir birey “faşist”, bir olay “faşizm” olarak algılanıyorsa, orada tüm insani kazanımları ilgilendiren çok ciddi bir sorun vardır. Bu algıyı anlamak ve bu algıya sebebiyet veren tüm faktörleri irdelemeyi ise, insanlığın temelinde görüyorum. Burada sağduyulu yaklaşım esastır. Faşizm algısını yaratan her ne varsa, bireyin ve toplumun hatırında titizlikle çözümlenmeli, açıklığa kavuşturulmalıdır. Özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra dünya barışını sürdürmede, faşizmle mücadelenin çok öncelikli bir yer tuttuğu aşikârdır.
***
Mayısın son haftası itibariyle Taksim Gezi Parkı’nın korunması ve alışveriş merkezine dönüştürülmemesine yönelik başlayan eylemler, beni bir kez daha faşizm üzerine düşündürtüyor. Bu kez tarihin canlı tanıklarındanım. Dedelerim, büyüklerim savaşları, ihtilalları gördü ve bize bugünler miras kaldı. Politikanın, ideolojilerin korkutucu, uzak durulması gerektiği anlayışla yetiştirilen 80’ kuşağının genciydim. “İyi bir okul oku, işe gir, çalış, kazan, evlen, hayırlı evlatlar yetiştir” denildi bir noktada. Oysa yaşam bir “paket” değil. Varoluş, tarih, bugün, daha iyi hayat ve gelecek üzerine düşünmekti insanı insan yapan. Beni bir anlamda “sınırlandırır” gibi gözüken, ama çok daha aşkın bir şekilde düşünmemi sağlayan “kimliğim” vardı sonra. Fikirlerimde sınır tanımamalıydım. Sınırlar, iletişimde ve algılarda başlıyordu. Kimliklerimizden yola çıkarak, ortak insani değerlerde buluşmak, hepimize paylaştırılan bir ödevdi. Son günlerde toplumsal dayanışmanın temelinde bu, anahtar rollerden birini oynuyordu.
***
Parklar, kamusal alanlardır.
Gezi Parkı’na sahip çıkma arzusu ve beraberinde gelişen olaylar, demokraside ne kadar geliştiğimizin göstergesi. Elbette yönetimlerin seçimle belirlenmesi, demokrasinin tanımındadır. Öte yandan seçilmiş ve yöneten olmak, toplumu ilgilendiren her konuda tek otorite olmak ile aynı anlamı mı taşımaktadır? “Muhalif” yani “karşıt/farklı görüş” bildirmenin hükmü yok mudur? Gündelik hayatın konularında bile karar verirken bazen, çok yönlü düşünmekteyiz. Bireyin nasıl yönetilmek istendiğine dair kendini sadece bir oy ile ifade edebilmesi, özünde ne kadar sıkışık bir duygu uyandırmakta ve bir oy ne kadar sembolik bir anlam taşımakta! Bu yüzdendir ki demokratik anlayış, sadece seçimle sınırlı değildir, öyle görülmemelidir. Fikir paylaşımı ve eylem değerlidir, bir o kadar demokrasidendir.
Yaşamın kendi bir “paket” olmadığı kadar, “demokrasi” de sınırlarını yönetenlerin çizdiği bir “paket” değildir. İfade ve eyleme tanınan özgürlük ile birlikte tolerans artar. Özgürlük yoksa, tolerans da yoktur. Demokrasinin bu yönünün yok sayıldığı yerde, iletişim kaygısı güdülmüyor ve üstüne korkular büyüyorsa, zemin faşizm için uygun hale geliyordur. Böylelikle hazin olaylar yaşanır, insanlar yaralanır, hayatlarını kaybeder ve günün sonunda kimse sorumluluğu kabullenmez.
“Tarih tekrardan ibarettir” diye bir sözü biliriz. Özünde, bu cümle de kırılması gereken kalıplardan bir tanesi. Birey, toplum ve yönetenler, hangi tarihin tekrar etmesinden yana? Faşizmle anılan tarih mi, özgürlük ve barış şarkılarının söylendiği bir tarih mi? Barışın, savaşlar ve mücadelelerin sonunda kazanıldığı bir tarih mi? Yoksa Cumhuriyetin kazanımlarının çoğaldığı, Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” sözünün bugünü ve yarınımızı yazdığı bir tarih mi?
Bu sorumluluk, hepimizin.