“Doğru bildiklerini anlat, ama akıl vermeye kalkma, anlatılanları iyi dinle, ama hepsini doğru sanma. Sessiz kalmak, bir şey bilmediğin anlamına gelmez, çok konuşmak da çok şey bildiğini göstermez.”
İki tümce içine sıkıştırılmış bu öğütler için, aslında bir ömür boyu elde edilebilecek, imbikten damıtılmış, deneyimlerle sınanmış bir yaşam felsefesinin özeti de denilebilir. Belki de yaşam yolunda başarılı olabilmemizi, ilişkilerimizde nasıl bir duruş sergilememiz gerektiğini bu sözlerden çıkarabiliriz.
Aydın bir kişi olarak, çeşitli yayınları okuyoruz, insanları dinliyoruz, kimi zaman sözcüklerin büyüsüne kapılıp onlardan etkileniyoruz; ama iş eyleme dönüştüğünde, yine kendi bildiğimizi yapmaktan hiç geri kalmıyoruz. Bu yaklaşım şekli, geçmiş kuşaklarda da böyleydi, gelecekte de aynı olacaktır. Elbette ki bir genelleme yapmamız doğru olmaz, ancak başkasının deneyimleri kadar, kendi yaşadıkları deneyimlerden yararlanabilen insan sayısı o denli azınlıkta kalıyor ki...
Çoğu kez yazılarımda okuyucularıma öğüt vermekten kaçınarak, doğru bildiklerimi paylaşmak istiyorum; ama bildiklerim, söylediklerim, gerçekten doğru mudur? Ben de kimi yazarlardan, düşünürlerden, yaşanmış deneyimlerden etkileniyor, bunlara kendi görüşlerimi ekleyerek okuyanların duygu ve düşüncelerini kışkırtmaya çalışıyorum. Kuşku yok ki benim doğrularım, bir başkasının doğruları ile çakışmadığı gibi, tümüyle karşıt düşünceleri de ortaya koyabilirler. Bunu da doğal karşılıyorum. Önemli olan duyarsız ya da sessiz kalmak yerine, görüşlerimiz farklı da olsa bunları ortaya koyarak, birbirimizi olumlu yönde etkilemektir.
Bir toplulukta aşk üstüne konuşuyorduk. Söyleşi sırasında o denli karşıt düşünceler ortaya atıldı ki... Her birimiz körlerin fili tanımlamaları gibi, aşkı farklı bir yönünden ele alarak görüşlerini desteklemeye çalıştı. Oysaki okuduklarımız ve yaşadıklarımız o denli özel ve biriciktir ki, konuşulanlar o deneyimlerin ışığında dile geliyordu: Tutkular, ayrılıklar, buluşmalar, aldatmalar, bağışlamalar, hoş görmeler... Hepimizin söylediği doğruydu, ama yalnızca kendi doğrumuz!
Günümüzde internet aracılığıyla istediğimiz bilgiye en kısa sürede ulaşabiliyoruz. Artık ansiklopediler yalnızca kitaplık raflarını süslüyorlar. Ayrıca her şey o denli hızla değişiyor ki basılı olan bilgiler güncelliğini kısa zamanda yitirebiliyor. Bu hızlı akış, ne yazık ki içinde bilgi kirliliğini de barındırıyor. Birimizin bilerek ya da bilmeyerek girdiği yanlış veya hatalı bir bilgi, sorgulanmaya bile gerek görülmeden başkalarınca paylaşılıyor. Çoğumuz benzer yanılgılara düştüğümüz gibi basında da bunun örneklerini sıkça görüyoruz.
Peki, ne yapmalı?
Kendi payıma, yazılarımda kullandığım bilgilerde elimden geldiğince bir hataya düşmemeye çalışıyorum; ama her zaman doğru bildiklerimin de sorgulanması gerektiğini düşünüyorum.