Haziran ayı... okulların kapandığı, karne sevincinin yaşandığı, adalara doğru hareketliliğin başladığı günlere hiç benzemiyor bugünler. Güneşli bir pazar sabahında Nişantaşı Valikonağı Caddesi’nin o sakin halinden eser yok. Adımlarımı sıklaştırdıkça, boğazım yanıyor, gözlerim yaşarıyor. Kaldırım taşları, caddeyi çevreleyen korkuluklar sökülerek, yola barikatlar yapılmış. Harbiye Cumhuriyet Caddesi’nde bir ateş, dumanlar seçiliyor. Genç yüzler uzun bir gecenin ardından yorgun, uykusuz.
David OJALVO
Haziran’ın ilk yarısı geride kaldı. Okulların kapandığı, karne sevincinin yaşandığı, adalara doğru hareketliliğin başladığı günlere hiç benzemiyor bugünler. Güneşli bir pazar sabahında Nişantaşı Valikonağı Caddesi’nin o sakin halinden eser yok. Adımlarımı sıklaştırdıkça, boğazım yanıyor, gözlerim yaşarıyor. Kaldırım taşları, caddeyi çevreleyen korkuluklar sökülerek, yola barikatlar yapılmış. Harbiye Cumhuriyet Caddesi’nde bir ateş, dumanlar seçiliyor. Genç yüzler uzun bir gecenin ardından yorgun, uykusuz.
Gezi Parkı’nın yıkılmaması için başlayan olaylar, üçüncü haftasında devam ediyor. Direniş fikren, madden ve manen sokaklar ile sosyal medyada. Yaralı ve ölüm haberleri, avukatlara varan tutuklamalar yürekleri dağlıyor. Küçüğünden büyüğüne yaşanan fiziksel travmalara, biber gazının nefes darlığı, astım krizine varabilen etkilerine karşılık, her türlü tıbbi konuda yardıma koşan sağlıkçıların, Hipokrat yeminine neden uydukları sorgulanıyor.
Tüm bu sürecin içinde, bugünlerin anlamını arıyorum. Gezi Parkı’na kurulan nice çadırın, barikatların, sosyal medyadaki mesajların, tencere tava seslerinin, şiddetin ve en acısı yitirilen yaşamların bir anlamı olmalı. Düşünce, ifade ve eylem özgürlüğünü ‘demokrasi’ başlığı altında toplamıştım; ama yaşadıklarımızda daha fazlası var. Demokrasinin karşı kutbunda duran ve ‘faşizm’ algısı yaratan olayları reddeden bir duruş var ilkin. Saygı, ağaca ve doğaya duyulan saygıdan çok daha fazlası… Dile getirildiği üzere kızgınlık ve kırgınlık var. Duyguların bir kısmı henüz tam olarak cümlelere dökülmedi. Şu anda cümlelere dökmekte bir acele de yok. Kaldı ki, eldeki kavramlar çoktandır kalıplaştırılmış, etiket haline dönüştürülmüş ve yozlaşmış. Bu yüzden direnişin siyasi bir yön taşımadığını vurgulanıyor, kendini ‘apolitik’ tanımlayan gençler, anketlere göre çoğunlukta. İdealleri temsil edebilecek politik bir yapılanmanın da nicedir çok uzağındayız. Direniş, kimliğe dair sınırlamaların üstünde… Doğu ve Batı’nın el ele verdiği bir fotoğraf, önceki hafta gazetelerin ilk sayfasına yansımıştı. Kaldı ki, özünde doğu veya batı, sadece pusulada yön temsil eder, etmeli… Başka fotoğraflar, mesajlar da dikkati çekiyordu sosyal medyada. Dine dair simgeler, bu sefer arka planda. Bireyin muhafazakâr yaşam tarzı, doğa ve ifade özgürlüğünü savunmakta engel değil. Mahalle baskısı denilen olgu, mahallelerin bir araya gelmesiyle aşılıyor. Tencere ile kaşıklardan yükselen sesler, bu özlemi de duyuruyor. Medyaya yönelik tepki de dillerde. Haber yapma anlayışı çoktandır vesayet altındaydı. Bu açıdan internet, gücünü ve etkisini kanıtlarken, televizyon kanallarının büyük çoğunluğu, toplumu ve toplumu ilgilendiren gelişmeleri tarafsız bir şekilde aktarmıyor. Yasama, yürütme ve yargıdan sonra anılan dördüncü büyük güç, medya… Kırgınlık ve kızgınlık, medya üzerine de kendisini gösteriyor.
Bir önceki yazımda belirttiğim gibi, demokrasi sadece ‘sandık ve oy’ demek değildir. Aynı zamanda, insanın varoluşu ekonomiyle sınırlandırılamaz. Doğaya sahip çıkmaktan fikir üretmeye kadar uzanan muazzam genişlikte bir yelpaze var. Siyaset sizi temsil edemiyor, fikirleriniz kabul görmüyor ve yaşadığınız şehir (veya köyle) kendinizi özdeşleştirdiğiniz yapılar, alanlar, parklar ekonomik kaygılarla yok ediliyorsa… Kabuğunuzdan çıkar ve tepki verirsiniz. Bu noktada özdeki mesajlar hiç de zor veya şifreli değil.
Bugünlerin anlamı, daha iyi bir yarının, geleceğin özlemi… Özellikle de kamusal alanda tam bir demokrasi ve özgürlüğün ifadesi… Bu özlem ciddiyetle, samimiyetle anlaşılmalı, anlatılmalı.