Kütüphanemdeki bazı kitapların bende diğerlerinden farklı özel bir yerleri vardır. Onları içten birer dost gibi görürüm. Ayrı bir rafta özenle korurum. Elim sık sık onlara gider. Ayakta bile olsa, alır, sayfalarında gezinir o an ilginç bulduğum bazı bölümlerini okur, tekrar yerine koyarım. Bazen yazılarımı bu kitaplarda okuduklarımdan esinlenerek yazarım. Günlük yaşam kavgasında düşüncelerim düğümlendiğinde, onların satırlarında kendimce çözümler ararım. Hiç olmadık bir cümleden uzun uzun yorumlar yapar, ipe sapa gelmez sonuçlar çıkarırım.
Nüvit Osmay’ın ‘İnsan Mühendisliği’de onlardan biridir. Kitap yazarın ‘kişisel gelişim’ ve ‘işletmelerdeki verimliliği arttırma’ konularındaki makalelerinden derlenmiş, türündeki ilk kitaplardandır.
Bugünlerde tek gündem maddemiz ‘Gezi Parkı’. Evlerde, işyerlerinde, arkadaş ve iş toplantılarında hep ‘Gezi Parkı’ konuşuluyor. Televizyonlarda film veya belgesel izlemeyi bir kenara bıraktık. Önümüzdeki laptop’ta Facebook ve tweetleri takip ederken, karşımızdaki televizyonda haber kanallarının birinden öbürüne atlıyor, heyecan ve merakla gelişmeleri izliyoruz.
Dün akşam kulağımla TV’deki Gezi Parkı ile ilgili açık oturumu dikkatle takip ederken, hafta sonu bitirdiğim kitabımı kütüphaneme yerleştiriyordum. Farkında olmadan elim ‘İnsan Mühendisliği’ne gitti. İtina ile çektim aldım diğerlerinin arasından. Açtım… 142. sayfasındaki başlık o anda TV kanalındaki konuşmacının cümlesindeki kelimelerle çakıştı. “Karşılıklı Sevgi ve Saygı”.
Son haftalardaki ruh hallerimize uygun bu yazıyı, hepimize ibret olur umudu ile tek kelimesine bile dokunmadan sizlerle paylaşmanın uygun olacağını düşündüm.
***
Seçim, ister siyasi, ister özel hayatımızla ilgili olsun, karar vermek demektir. Karar vermek ise bazı şeyleri feda etmek anlamına gelir. Feda edilen şeyleri düşünmek bizi üzer, iç gerilimlerimizi arttırır, sinirlerimizi bozar. İç âlemimizde meydana gelen bu dengesizliğin kabahatini dış âlemin, yanımızdakilerin ve bilhassa karşımızdakilerin üzerine atarız. Bunun sonucu olarak da öfkeleniriz. Konfüçyüs, “Öfkeli bir adamın içi zehir doludur” der.
Bütün dünyada seçimler en heyecanlı, en hadiseli geçen günlerdir, fakat şunu unutmamak gerekir ki, biz hepimiz aynı bir gemide beraberce uzun bir yolculuğa çıkmış insanlarız, gemi bizimdir. Ufukların arkasındaki hedefimiz de, geminin rotası ne kadar başka olursa olsun, aynıdır. Rota üzerinde düşüncelerimiz başka başka olabilir. Kimimiz kuzeyden, kimimiz güneyden, kimimiz doğudan ve kimimiz de batıdan geleceğe varmanın daha kolay olacağını düşünebiliriz. Fakat gemiyi yolundan alıkoymağa veya içinde bizimle beraber bulunanlara sırf bizden başka düşünüyorlar diye kızmaya, onlarda nefret etmeye, onları küçük düşürmeye, tahkir etmeye hakkımız yoktur. Bir gün ufuklar aşılacak, hedefe varılacak ve o zaman bu uzun yolculuğun sonunda hep beraber gemiyi tamire, daha ileri ve uzun seyahatler için onu boyamaya, midyelerini temizlemeye, makinelerini yağlamaya, yelkenlerini yamalamaya çalışacağız. İşte bunu beraberce ve karşılıklı sevgi ve saygı ile yapabiliriz.
Aynı şeyi eski dinler söylemiştir, bugünkü modern psikoloji de söylüyor.
- Hazreti Muhammed “Nefsiniz için sevdiğiniz şeyi kardeşiniz için de sevmedikçe hiç biriniz mümin olamazsınız” der.
Aynı temel fikri öteki bütün dinlerde de bulmak kabildir:
- Budizm: “Sana acı veren şeyle başkasını incitme” – Udanavarga.
- Yahudilik: “Sana ıstırap veren şeyi başkasına yapma. Tevrat’ın esası budur. Geriye kalan lâfu güzaftan ibarettir” – Talmud.
- Hıristiyanlık: “İnsanların senin için yapmalarını istediğin her şeyi, sen de onlar için yap, bu peygamberlerin kanunudur” – Mata İncili
- Konfüçyüslük: “Sana başkalarını yapmasını istemediğin şeyi, sen de başkalarına yapma” – Analects
- Hinduizm: “İşte en yüksek kanun budur. Sana yapılmasını istemediğin şeyi başkalarına yapma” – Mahaborata
- Taoizm: “Komşunun kazancını kendi kazancın gibi, onun zararını kendi zararın gibi kabul et” – T’ai Shang Kan Ying Pien
- Zerdüştlük: “Yalnız kendisi için kötü olan şeyi başkasına yapmayan insan iyi insandır” – Dadistan-ı Dimik
Görülüyor ki, asırların hikmetinden toplanan bütün bu sözlerde ileri sürülen esas fikir karşılıklı sevgi ve adalet fikridir. Bu da devamlı bir huzurun, barışın biricik temelidir.
Goethe, “Bir şeyi sevmeden onu anlayamazsınız” der. Karşılıklı anlaşma olmadan, müşterek çalışma sağlanamaz, müşterek çalışma olmadan da bugünün cemiyetinin muvaffak olabilmesi, dert ve güçlüklerini yenebilmesine imkân yoktur. Şu halde her şeyden önce şuuraltı korkularımızı, nefret, kin ve kıskançlıklarımızı yenmeği ve bir Fransız filozofunun dediği gibi “İnsanları, insanlara rağmen sevmeyi” öğrenmeliyiz.
Bu kolay bir şey değildir. Zaten kolay olsaydı, asırlardan beri bütün dinler, bilge insanlar ve filozoflar bunu vaaz etmezlerdi. Kolay olan geçmiş, ölmüş insanların arkasından büyük bir teessürle bahsetmek, onları ne kadar sevdiğimiz hatırlamaktır. Hâlbuki onlar hayatta iken acaba kendilerine bugün layık gördüğümüz sevgiyi göstermiş miydik?
Harpten önce Almanya’da Chemnitz şehrine bir mezar taşında şu yazıları okumuştum; bu bütün hayatı ıstırapla geçmiş bir kadının feryadı idi:
“Mezarıma çiçek koymayınız, hatta başınızı çevirmeden geçiniz. Bütün ömrümde bir tek kişi benimle ilgilenmedi, bundan sonraki yapmacık alakanızla beni hiç olmazsa ebedi uykumda rahatsız etmeyiniz.”
Çinli bir bilgin öğrencisi ile büyük bir kabristanı geziyor ve mezar taşlarındaki yazıları okuyormuş. Taşların üzerindeki methiyeler adamcağızı düşündürmüş ve “Galiba bu dünyanın düzelmesi için biricik çare yaşayanların hepsini öldürmek, ölüleri de diriltmektir” demiş.
Hâlbuki yaşayanlar arasında da ölüler kadar iyi insanlar vardır. Fakat biz onları ne yazık ki öldükten sonra sevmeğe ve takdir etmeğe başlıyoruz.
Bütün dinler insanlar arasında karşılıklı sevginin temel inanç olduğunda ittifak etmiş olmalarına rağmen şu hikmet parçası ne kadar düşündürücüdür:
“Ekseri insanların komşularından nefret etmeğe kâfi gelecek,
fakat onları sevmeye yetmeyecek kadar dinleri vardır.”
Başkalarından nefret eden, onlara kin bağlayan, onları kıskanan fertlerden teşekkül eden bir cemiyetin huzur içine yaşamasına imkân yoktur. Cemiyetin müşterek huzurunun biricik formülü; fertlerin birbirlerini sevmeyi, takdir etmeği öğrenmeleri, şuur altı korku ve vesveselerini yenmeği istemeleridir.
Hitler ve benzerleri nefretle insanları birleştirmeye çalıştılar. İlk anlarda muvaffak da oldular, fakat o ilahi insan sevgisi karşısında mahvolup gittiler.
Hayatta her oyundaki seçim de böyledir, bir yenen bir de yenilen vardır. Fakat “sportmen” ona derler ki, yenilmeyi kabul eder, hasmının üstün taraflarını takdir eder, maçtan sonra onun elini sıkar ve gelecek oyun için daha iyi hazırlanmağa çalışır, mızıkçılık etmez, hakeme sövmez ve yenilgisinin sebeplerini, hasmının talihine, halkın taraftarlığına ve hakemin beceriksizliğine yormaz ve İngilizlerin tabiriyle “Good Loser” olur, hatta bazan Hamid’in dediği gibi “galip sayılır bu yolda mağlup” da olur. Çünkü hayatta ister yenilelim, ister yenelim, Ulu Hakem hükmünü oyunu ne kadar dürüst oynadığımıza göre verecektir.
***
“Bu dünyada en çok hoşa giden şeyler hoş düşüncelerdir. Yaşamak denilen o büyük sanat da, hayat boyunca mümkün olduğu kadar çok bu gibi düşüncelere sahip olmaktır.” – Montaigne.
Sevgi ve saygıyla kalın!