Üfürmeden, Püfürmeden El Ele Özgürleşebilmek...

Köşe Yazısı
26 Haziran 2013 Çarşamba

Jose V.ÇİPRUT

 

Yanlış hatırlamıyorsam, 11-12 yaşındaydım. Üç haftadan fazla süren ve günlük doktor ziyaretleri ile her türlü ilâca rağmen sonu görünmeyen zatürreemsi bir halden muzdariptim. Izdırabıma her imkânla bir an evvel müspet bir son sağlamak isteyen babam yakın bir Müslüman dostunun ısrarla tavsiye etmiş olduğu, müşfik görünüşlü,  çekingen, mütevazî, “Anadolu şivesi” ile konuştuğunu derhal fark ettiğim bir genci getirip tanıştırdı. Genç adam şefaatinin gayesini izah etti. Anlayış ve müsamahamı ricayla işbirliğimi efendice temin ettikten sonra edevâtını teker teker ufak çantasından çıkarıp yatak başımdaki alçak masaya serdi. Bağrımı açmamı ve karşılıklı güvenle sükûnet içinde çalışabilmemizi diledi.

Hiç unutmam, çok genç yaşıma rağmen, nezaket, misafirperverlik, cömertlik, hoşgörü ve içten duyduğum acıma hisleriyle hasta halimin yarattığı bezginliğin birbirine karıştığı bir halet-i ruhiye içinde, iç rahatlığıyla çalışmasını sağlamaya çalışmıştım. Çin mürekkebiyle derime ince bir uçla çizdiklerini hissetmeme rağmen göremediğim ama hastalık sonu bunların solmuş emarelerini silmeye çalıştığımda Arapça (Osmanlıca?) olduklarını faal tahayyülle “anladığım” çapraşık karalamaların Kur’an-ı Kerimden borçlanmış dua olduklarına kanaat getirmiştim. Ödevini bitirdiğinde bu gençle birkaç dakika daha konuşmuştum. Babadan oğla geçegelmiş olduğunu öğrendiğim bu pek doğal Tanrı-vergisi kabiliyet ve ruhanî fazilete kalbinin derininden inanıp inanmadığını dolayımsızca sormaktan çekinmeyecek kadar samimî bir çocuktum. Genç adam gözlerimin içine bakarak ve uzunca düşünmeden, sualime ayni samimîyetle cevap vermişti: “Faaliyetim yaşamımı sağlıyor. Mesleğimi mütenasip kanaatle ifâ etmekteyim.”

Bu hatıra, birilerinin diğerlerinin hurafelerini paylaşabilecek derecede kendilerini ‘aynen yerli’ sayabildikleri bir devirde, akılcı beklentilere beşik, Batılı, kent kültürünün batıl inançları takibe devam eden Doğulu kır zihniyeti ile çatışmaksızın, belki de tefriksizce, ama gene de sulh içinde, yan yana, yaşayabildiği bir mevsimde yetişmiş olduğumun farkına vardırıyor beni. Ve soruyorum kendime: acep o zamanların Türk vatandaşı daha basit miydi? Yoksa daha cahil, daha vurdum-duymaz mıydı? Her ne idiyse, kentli zadegânın şehir köylüsüne uzattığı tenezzül ile müsamaha karışımına derin tiksinti ve sathî acımanın muğlaklık kattığı tarifi güç eğilimleri doğal bulanlardan ve bahşişle her şeyin nadidesini kolayca elde edilebileceğine inananlardan tanıdığım çoğu ‘Batıcı lâik’lerdendi. İş dünyası, yurdiçi siyaset, hatta adâlet, en zengin ve en güçlü seçkinlerden yana görünüyordu. Aradan birkaç on yıl geçti. Ama üfürükle, ama tükürükle, Anadolu’lu bir orta-sınıf doğdu, gelişti, çoğaldı ve kentleri istilâ etti.  Şahsî ve zümrevî imtiyazlarının sonsuz/hudutsuz olduklarına güvenerek, vicdanlarına emanet edilmiş lâik cumhuriyetçi mes’uliyetleri pek ciddiye almaksızın, bencilce vakit öldürmekle meşgul olanların; Ermenî, Yahudî ve Rum Türk vatandaşlarının, değişik ahval ve şerait tahtında, bilmem hangi gerekçe, kanun veya dolaşık mazeretle piyasalarda görünmemeye başlayıp eninde sonunda gurbete mecbur bırakılmalarını ve azar azar ortadan kaybolmalarını nimet addedenlerin; hatta gidenlerin bıraktığı cemiî boşlukta buzuki dinleyerek kokoreç ısmarlamayı hoşgörürlüklerine atfedebilenlerin “kendi” memleketlerinde yabancı sayılmak sırasının nihayet kapılarına dayandığının, biraz geç te olsa, anîden farkına varıp, altsoylarının ecnebî televizyonlarda izleyip internetle sağladıkları ifade yöntemleriyle, kaderlerine başka çare aramaya başlamış olduklarını görüyorum. Gezi olaylarını ne abartmak ne de küçümsemek doğru olur. Nedir ki iktidara gelmeye lâyık bir muhalefet partisi ufukta görülmedikçe tertipsiz, öndersiz, simgesel nümayiş marifeti ile yığınlara çağdaş anlamda demokratik zihniyet aşılayabileceklerini tahayyül edebilenlere ve bunların (takdire şayan olmalarına rağmen) ‘acemî’ çocuklarına benden bir yaşlı ağabey nasihatı: Bu “baş belâsı” Batılı teknikleri atın gitsin. Sizler iktidarı demokratik tarzda ele geçirmeye çoğunlukça lâyık görülebilir, dirayetli ve meşrû bir siyasî partiye inanılabilir zemin kuramadıkça, bunca zamandır hareketsizlikten böyle acîl bir duruma düşebilmişlerinize lâyık çok iyi bir üfürükçü bulun. Göreceksiniz, imanla bu tür müzmin hastalıklara dahî bir çare bulunabilirdir. İlâcın, doktorun ve/ya ilmin görünür netice vermediği anlarda, üfürük bana çok yaramıştı günahsız günlerimde. Çağdaş aydın vatandaşlığa ulaşmayı çok geç veya da çok zor bulanlar, Duran Adam’a katılamayacak derecede gölgelerinden korkmağa sebep görenler ve benzerleri, bilhassa fayda çekebilirlerdir bu çeşit tedaviden.