“Yalana takmış bu kadın!” diyeceksiniz haklı olarak, sevgili okurlar. On beş gün önceki yazımın başlığı, hatırlayacaksınız, “Yalana itirazım yok ama doğru olmayandan nefret ederim” idi. Yayın yönetmenim tam olarak ne demek istediğimi sordu, haklı olarak. Sizlerin de içinde aynı kuşku uyandı düşüncesiyle, hemen açıklıyorum.
“Yalana takmış bu kadın!” diyeceksiniz haklı olarak, sevgili okurlar. On beş gün önceki yazımın başlığı, hatırlayacaksınız, “Yalana itirazım yok ama doğru olmayandan nefret ederim” idi. Yayın yönetmenim tam olarak ne demek istediğimi sordu, haklı olarak. Sizlerin de içinde aynı kuşku uyandı düşüncesiyle, hemen açıklıyorum.
Hatırlayacaksınız, yine bu yıl içinde “Pembe, beyaz, rengârenk yalanlar” diye bir yazı yazmıştım. Onun da konusu benzerdi ve Tora’dan bir örnek veriyor, gerektiğinde (eşler arasında barışı korumak için) Tanrı’nın bile gerçeği çarpıtabileceğini belirtiyordum. Bütün mesele... “Gerekirse” ne demek?
Korku hepimizin içini kemiren kötü bir duygudur. İnsanı her gün öldürür. Korkular genellikle başkalarından ödünç alınır. En başta da -kimse alınmasın lütfen- hasta/mağdur yakınları ile doktorlardan. İyimserleri tenzih ederim. “Sen bu kalple 120 yıl yaşarsın” diyen doktorları özellikle. Şimdi, bir doktor neden durup dururken bir hastasına sen 120 yaşına kadar yaşarsın desin? Güzel sözlerin en iyi ilaçtan daha etkin olduğunu bildiği için desin. Eğer aksini gösteren bir durum yoksa bu kalp seni daha çok yaşatır desin. Yoksa demiş Mark Twain, “Kuşku duyduğunuzda gerçeği söyleyin.”
Benim kuşkum yok çünkü insanın vadesinin ne zaman dolacağını hiç kimse bilemez. Ömrü Aşem verir ve uzatmak, Onun kararıdır. Ancak duanın ve ağızdan çıkan olumlu sözlerin gücüne çok inanırım. “Kita bueno de la boka” derdi babaannem Estreya: Ağzından iyi (sözler) çıkar.
“Doktor hatalarını gömebilir ama bir mimar, müşterisine ancak bitki dikmesini önerebilir” (mimar olan Frank Lloyd Wright).
Yine çok konuyu bir araya getirip ortalığı çorbaya çevirdim. Toparlıyorum.
Hasta olduğu her halinden belli birine gidip “iyi görünüyorsun maşallah” diyebilirim. “Yok, canım, hasta değilsin sen, gözlerin pırıl pırıl. Kim demişse halt etmiş. Bir şeyin yok senin. Göreceksin, iki günde bir şeyciğin kalmaz” diyebilirim. Tamam, bu yalandır ama doğru olmayan, zaten hasta olan bir insanın moralini daha da bozmaktır. Hastanın iyileşeceğini varsayarak gerçeği biraz öne çekiyorum. Zaten hasta ziyareti dediğimiz nedir? Hastaları ziyaret sebebimiz onlarla ağlaşmak mıdır? Bu hasta ziyareti değil ancak taziye ziyareti olabilir. Hasta ziyareti, hastanın aklını başka konulara çekmek, ona hastalığını unutturmak, maneviyatını yükseltmek için yapılır.
Lösemi hastası bir çocuğa doğruyu söyleyeceksiniz diye, sen belki de öleceksin yavrucuğum demek hangi insafa sığar? Bu doğruculuksa, eksik olsun doğruluğumuz! Kusur kalsın.
Aynı şekilde bir arkadaşının annesi zamansız öldüğü için kendi annesinin de öleceğinden korkan bir çocuğa, “olabilir, hayat bu, annen ölebilir” mi dersiniz? Ben o çocuğa annesinin o ölmeden ölmeyeceğine yemin billâh bile edebilirim, hiç de başım ağrımaz. Bu yüzden beni kim suçlayabilir? Yalancı tanıklık etmek midir bu? Bildiğim bir şey yok ki tanıklık edeyim. Neye, kime tanıklık ediyorum? Aşem’in benim tanıklığıma ihtiyacı mı var?
Ağabeyi sekiz yıldır kanser hastası olan yirmi yıllık bir arkadaşımı, bütün bu süre boyunca ağabeyine bir şey olmayacağına, yaşayacağına dair ikna ettim. Geç kalınmış ilk ameliyatından itibaren. Son birkaç ay öncesine kadar. Sonra hayatında öyle karışıklıklar oldu ki, onu kendi sağlığının daha önemli olduğuna inandırmak için şöyle bir şey söyledim. “Ağabeyinin şimdiye kadar yaşadığı her gün zaten bir ‘bonus’tu. Biraz da kendini düşün.” Bana öyle bir küstü ki, bir daha telefonlarıma çıkmadı, tek bir mesajıma cevap verdi ve bonus sözcüğüne kızdığını söyledi. Oysa ben bu sözü, banka kartları daha ortaya çıkmadan, patronumun İngiliz olan eşinden duymuştum. Yaşlıların iyi olduğu her günün bizim için bir “bonus” olduğunu söylemişti ve haklıydı. Arkadaşım fırsat tanısaydı, ondan özür dileyebilirdim. Ama 20 yıl bir anda silindi gitti. Onun gözünde hoyrat ve nobran bir kadın oluverdim.
Evlerden ırak, ölümden söz etmişken, birkaç absürd örneği daha vereyim. “Öldüğümde söyleyecek başka sözlerim olacak” demiş Edwin Arlington Robinson. Woody Allen ise hep aynı kafada: “Ölmekten korktuğumdan değil, sadece o anda orada bulunmak istemiyorum.” Derin bir uykuda, güzel bir rüyanın içinde “Her yer cennetten aynı uzaklıktadır” (Robert Burton, 1477-160).
Zaman geçiyor., “İnsanlar değişiyor ve bunun birbirlerine söylemeyi unutuyorlar” (Lilian Hellman). “Adam iyi bir şey söylediği zaman, o lafı kimsenin kendisinden önce söylemediğinden emin olan tek kişiydi” (Mark Twain). Oysa bugün: “Dünle beraber gitti cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait; şimdi yeni şeyler söylemek lazım” (Mevlana). Ve ne varsa söylenecek, söylendi. Bir tek nasıl söylendiği önemli artık.
Hangi konuda yalan söylemem, biliyor musunuz? Tora konusunda. Tora gerçeği için saatlerce mücadele edebilirim. Benim için tek bir doğru vardır, o da Tora doğrusu. Geri kalan, her şey yalan.
Tora’nın ışığı hepimizin yolunu aydınlatsın, sevgili okurlar.