“Her şeyi zaman varken yapmak gerek. Geciktirilmiş sözler, askıya alınmış hayaller, ertelenmiş itiraflar, gerçekleştirilmeyen buluşmalar; bir gün hepsi size pişmanlık olarak geri dönmeden önce, henüz vakit varken…”
Düşlemler önemlidir yaşantımızda: Daha iyiye, daha güzele ulaşmak için... Bir hedef belirlemek, o hedefe kilitlenmek için... Tutkularımızı doyurmak için... Mutlu olmak için... Bu düşlemleri gerçekleştirmek uğruna kimi zaman ağır bir bedel ödememiz gerekirken, kimi zaman yalnızca bir adım atmamız, olanaklarımızı kullanmamız yeterli olmaktadır.
Düşlemlerini yıllardır anlatıp da somut hiçbir adım atamamış kimi insanları düşündüğümde, aradan geçen zaman için üzülmenin ya da en azından hayıflanmanın yararsız olduğunu görüyorum. Kuşkusuz her tutkumuzu gerçekleştirme olanağımız olmayabilir; ama yapabildiklerimiz için sürekli erteleme kararı almakla hem geçmişin sayfalarını boş bırakıyor, hem de geleceğe güvenle bakamıyoruz.
Can Yücel’in Tam Zamanında Yaşamak adlı uzun şiirinin bütününü okumanızı öneririm. Şiir şu dizelerle bitiriyor:
At üzerinden hayatın yorgunluğunu, / Vakit zannettiğinden daha az / Haydi kalk bakalım, / Şimdi yaşamak zamanı.....
Sürekli ertelediklerimizi bir düşünsek!... Daha zamanımız var, ileride bakarız, bugün olmazsa yarın diyerek buharlaşan günler... Dile gelmeyen sözcükler... Yüreğimizi kavuran duygular... Beynimizi kemiren sorular... Bekliyoruz! Bir süre ya da süresiz. Belki de yeterince yürekli değiliz kimi yüzleşmelere...
Ölü Ozanlar Derneği filminin bir kahramanı olan Pitts, “Henüz vaktin varken tomurcukları topla. Zaman hala uçup gidiyor. Ve bugün gülümseyen bu çiçek, yarın ölüyor olabilir.” diyordu.
Henüz vakit varken, diyorduk.
Murathan Mungan’ın diliyle söyleyecek olursak:
“Her şeyi zaman varken yapmak gerek. Geciktirilmiş sözler, askıya alınmış hayaller, ertelenmiş itiraflar, gerçekleştirilmeyen buluşmalar; bir gün hepsi size pişmanlık olarak geri dönmeden önce, henüz vakit varken…”
Bu konuda kendi sözlerim kadar yaptığım alıntılardaki iletiler, zaman zaman düştüğüm yanılgıları yüzüme vuruyor. Söz ve davranışlarımı bir genelleme içinde de olsa sayfalara döktüğümde, bunlar yüzüme tutulmuş birer ayna görevini üstleniyorlar. Beni eleştiriyor, hata ve eksikliklerimi gösteriyor, sınıyorlar. Yine kimi korkular ya da kaygılar diyelim, her zaman gerekli adımı atmaktan yoksun bıraksa da, bunun bilincinde olarak geleceğe sarkıttığım umutları canlı tuttuğumu düşünüyorum.
Henüz vakit varken dediğimizde, Nazım Hikmet’i anımsamamak olası mı? Şiirinden birkaç dizeyle sözlerimizi noktalayalım:
“Henüz vakit varken, gülüm, / Paris yanıp yıkılmadan,/henüz vakit varken, gülüm,/yüreğim dalındayken henüz,/şu Mayıs gecesi rıhtımdan geçmeliyiz/söğütlerin altından, gülüm, / ıslak salkım söğütlerin./Paris’in en güzel bir çift sözünü söylemeliyim sana,/en güzel, en yalansız,/sonra da ıslıkla bir şey çalarak gebermeliyim bahtiyarlıktan /ve insanlara inanmalıyız.”